01 Ekim 2016

Üniversite Hocası (1971-1982)


İbrahim’le Omuz Omuza, 1971

Ben İbrahim’in aramızdan ayrılışını kabullenemedim. O hala benim hayalimde, o her zamanki İbrahim. Belki de bu yazıyı yazmakta gecikmemin sebebi de bu…

Ben Robert Kolej’e hoca olarak 1967 yılında geldim, İbrahim’den dört yıl önce. Robert Kolej’in son yıllarıydı. Geleceğe güvenimiz tamdı. En iyi eğitimi verme çabası içindeydik. Sonra Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürme çabalarımız başladı. İşte o zaman İbrahim’le ideallerimizi paylaştık, aynı saflarda çaba gösterdik. O Mühendislik Fakültesinde, ben İdari Bilimler Fakültesindeydim. İşbirliği yaptık. Hayallerimizi gerçekleştirmek için pek çok komisyonda çalıştık. Doğru hatırlıyorsam, Endüstri Mühendisliğinin kurulması, hedef ve stratejilerinin saptanması ve programının oluşturulmasında iki kişilik bir komisyon olarak çalıştık. İlginçtir, en güzeli ararken farklı görüşlerimizden yararlanabildik. Ters düştüğümüz bir konuyu hatırlamıyorum.

Evet, aramızdan ayrıldı, ama hayalimde onu, o neşeli ve sevecen haliyle, o eski günlerde olduğu gibi yaşatabiliyorum.

Özer Ertuna <ertuna at boun.edu.tr>


Aktif ve Güler Yüzlü Kişiliği, 1971

1971-1977 tarihleri arasında yatılı  EE (lisans, lisansüstü) öğrencisi olarak Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu ile Mühendislik Fakültesi binasında gündüz, gece günün değişik saatlerinde çok sık karşılaşır ve selamlaşırdık. Her zaman aktif ve güler yüzlü bir kişiydi. Kendisinden hiç ders almadım ama mevcudiyeti dahi motive edici ve ilham verici bir etki yaratmıştı üzerimde. Boğaziçi Üniversitesini üst kalite bir yer yapan hocalardandı. Hocamızı sevgi ve rahmetle anıyorum.


Taflan İmre Gündem <gundem at boun.edu.tr>


Araba Tutkusu, 1972

İbrahim Hocayı Robert Kolej Yüksek Okulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştüğü 1971-72 akademik yılında tanımıştım. Üniversite ortamı o günlerde çok farklıydı. Örneğin Mühendislik Fakültesi, Mühendislik Bölümü olarak anılırdı. Elektrik, İnşaat, Kimya ve Makina Mühendisliği Bölümleri ise Şube olarak bilinirdi. Mühendislik eğitiminde, birinci sınıfın sonunda şubelere ayrılmıştık. Ben Makina Mühendisliği Şubesini seçmiştim. İbrahim Hoca, üçüncü sınıfın ikinci dönemi Akışkanlar Mekaniği dersimize girmişti.

O güne kadar gördüğüm hoca tiplerine göre sıra dışı bir karakterdi. Kitaptaki bilgileri doğrudan aktarmak yerine, ufkumuzu genişletecek ezber bozan bir yaklaşımı vardı. Beni en çok etkileyen yönü ise akademik kişiliğinden öte, sosyal yaşam tarzı ve spor arabasıydı. Uzun yıllar sonra ne zaman otomotiv sektörüyle ilgili bir fuara gitsem, İbrahim Hocayı hatırlarım. Belleğimde İbrahim Hoca ve kaliteli araba özdeşleşmişti.

Nedenini tam anlatabilmem için, o günlerdeki öğrenci yaşantımızdan da kesitler aktarmalıyım. 1972 Şubat ayına geri dönersek, o günlerde akademik ve sosyal yaşam bugünlerden çok farklıydı. Akademik yaşantımızda derslerde hesaplama için sürgülü cetvel kullandığımız, Mühendislik binasının giriş katındaki IBM 1620 model bilgisayara, delikli kartlarla programımızı yükleyip çalıştırdığımız yıllardı. Toplu ulaşımın, Sirkeci-Bebek ve Taksim-Bebek hatlarında boynuzlu dediğimiz troleybüslerle yapıldığı bir dönemdi. Öğrenci araba sayısı yok denecek kadar azdı. Bu nedenle otoparka da gereksinim yoktu. Şimdiki öğrenci otoparkı boş bir alandı. Bizim sınıfta, tek bir arkadaşımızın arabası vardı. İkinci el alınmış, Triumph marka spor bir araba. Aküsü zayıf olduğu için, arkadaşımız zaman zaman bizden destek alır ve iterek çalıştırırdık. İbrahim Hoca bir gün bizleri araba iterken gördüğünde, “Arabanız içten yanmalı olduğu kadar, dıştan da itmeli.” diye takılmıştı. Böyle bir zaman kesitinde İbrahim Hocanın arabasının hayalimizi süslemesi ve araba merakımızı körüklemesi çok doğaldı.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>


İbrahim ve Modelleme, 1974

Sevgili İbrahim’i tanımam ve birlikte çalışmaya başlamamız 1974 yılına kadar gider. Derler ya “kırk yıllık arkadaşız” diye, bizim tanışmamız o kadar eskidir. Yer, TÜBİTAK Marmara Araştırma Enstitüsü (MAE), Gebze Kocaeli. O zamanlar iki genç araştırmacı olarak modelleme konularına yoğun ilgi duyuyorduk. İbrahim, enerji konularında, ben ise endüstriyel yöneylem araştırması alanında modelleme çalışmalarında yoğunlaşmıştık. Aynı konulara ilgiyi duyduğumuzun, aynı heyecanı yaşadığımızın ve ayni dili konuştuğumuzun bilincine varmamız çok uzun zaman almadı. Ve sonra, kendisi, bizim MAE Yöneylem Araştırması Ünitesi’ne danışman olarak katıldı ve enerji modelleme çalışmalarını sürdürdü. MAE’de danışmanlık süresince bize katkıları, özellikle genç araştırmacı adaylarına örnek oldu, derin sevgi ve saygılarını kazandı. Bu arada, benim Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) ile bağımın kurulmasını sağladı. Birlikte, BÜ Endüstri Mühendisliği Master ve Doktora programlarının temellerinin atılmasında çalışırken önderlik yaptı ve her türlüğü desteği sağladı ve gereken kaynakları yarattı.

Sevgili İbrahim, olağan ve sıradan düşünce çerçevelerinin dışında olan, yeni görüş ve çözümler üretebilen ve bunları hayata geçirebilen ender araştırmacılardan birisidir. Kendisi yaşadığı gibi, bunları etrafındakilere de yaşatma sevgisi ve coşkusu inanılmaz bir düzeydeydi. Başka ve daha doğru bir deyişle, kendisinin “enerjisi” sonsuz gibiydi, – belki de bu özellik, “enerji” konusuna olan tutkusundan kaynaklanıyordu. Son yıllarında bile bu enerjik tutumu değişmedi ve aynı düzeyde sürdü.

Kendisi ile uzun sohbetlerimiz olurdu. Sağlık durumunun getirdiği engelleri başarı ile aşmasını hayranlıkla izlerdim. Bu küçük notu yazarken bile, bende yarattığı hayata tutunmak ve üretken olmak duygusunu yeniden canlandırıyor. Seni unutmayacağız ve her zaman saygı ve sevgiyle anılarımızda olacaksın İbrahim.

Muhittin Oral <muhittin.oral at ozyegin.edu.tr>


İnce Belli Çay Bardağı, 1975

Boğaziçi Üniversitesi Makina ve Endüstri Mühendisliği Bölümleri ile bir dönem ilişkili olup, akademik ve sosyal yaşamında İbrahim Bey'in etkisi olmamış kimse yoktur herhalde. Ben de bu şanslı kişilerden biriyim ve kendisini önce hocam, sonra meslektaşım olarak tanımış olmaktan çok mutluyum. 1971-1975 yılları arasında Makina Mühendisliği Bölümü öğrencisi olarak İbrahim Bey'den önce Termodinamik daha sonra Energy Conversion derslerini aldım. Uzun zaman oldu ama, bu derslerde bir hoca olarak beni çok etkilediğini hala hatırlıyorum. Bunu sadece konulara olan hakimiyeti ve bilgisini göz önüne alarak söylemiyorum tabii. Öğrencilerine olan son derece sıcak yaklaşımı, yüzünden ve gözlerinden eksik olmayan o içten gülümsemesi ile, bizlere bir hocamızdan çok arkadaşımız gibi yaklaşırdı. Yumuşak bir ses tonu ile, inanılmaz ikna etme yeteneği sayesinde, konuları biz öğrencilerine mükemmel aktarırdı. Eğitime olan yaklaşımı ve verdiği önem zaten yaşamının her döneminde, üniversiteden ayrıldıktan sonra da devam etti. Termodinamik dersinde ince belli çay bardağının tasarımının ısı kaybını nasıl en aza indirdiğini anlatması hep aklımdadır. Derslerde sadece termodinamiğin kanunları, teknik konular ve formüller üzerinde yoğunlaşmaktan ziyade, çok daha genel anlamda enerji alanına ağırlık vermeye gayret ederdi. Bizlere verdiği en önemli derslerden biri konulara dar bir çerçevede değil, daha geniş açıdan bakmamız gerektiğiydi. Zaten bilindiği gibi Türkiye'nin enerji problemi üzerine çok sayıda uygulamalı proje yöneterek bu konuda ülkemizin en önde gelen bilim adamlarından ve uzmanlarından biri olmuştur. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenci iken tanıdığım bir çok arkadaşım mezuniyet sonrası bu projelerde görev aldılar.

Süleyman Özekici <sozekici at ku.edu.tr>


Enerji Modeli Projesi, 1976

İbrahim Kavrak Hocadan üniversite son sınıfta iken bir makina bölüm dersi almıştım. Konuları toparlayıp bize anlatması ve hakiki hayatta mühendislik problemlerinin nasıl çözüldüğünü, teoriden uygulamaya nasıl geçildiğini özetleyişi beni çok etkilemiştir. Dört yıl sonra ben de Boğaziçi Üniversitesine öğretim üyesi olarak dönüp Endüstri Mühendisliği Bölümü'nün kuruluşu çalışmalarına başladığımda beni Mühendislik Fakültesi Yönetim Kurulunda hararetle desteklemişti. Bir yıl sonunda, birlikte, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına müracaat ederek, 1977 yılında Türkiye'de yapılacak Dünya Enerji Konferansına sunulmak üzere, Türkiye Enerji Modelini hazırlamaya talip olduk. Ve projeyi, o gün için çok büyük bir bedelle ihaleyi kazanarak aldık. O yarışmanın heyecanını ve kazanma sevincimizi unutamıyorum.

Erkut Yücaoğlu <erkut.yucaoglu at map.com.tr>

Editörün notu: 10. Dünya Enerji Konferansı 19-23 Eylül 1977 tarihleri arasında İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenmişti.


Kendine Özgü Hoca, 1976

Sevgili İbrahim Kavrakoğlu önce Boğaziçi Endüstri Mühendislik’te Bölüm Başkanım idi. Sonra 3. sınıfta kendisinden ders aldım, hocam oldu. Derste tasarımın önemini “basit” bir çay kaşığından örnek vererek o kadar ciddi anlatmıştı ki, ders notlarımın arasına bir çay kaşığı çizmiş ve artık çay kaşığına başka bir gözle bakmaya başlamıştım.


Tek bir kitaba bağlı kalmayan ders anlatış tarzı, yoruma dayalı -sınav gibi olmayan- sınav soruları, özel sakal ve giyim tarzı ile alışılmış hoca tipinden çok farklı, hep kendine özgü idi. Hatta hatırımda kalan, üstü açılan, tek kapılı spor arabası da Mühendislik otoparkında o zamanlar tek idi.

Belgin İlhan Vardar <belginv at gmail>


Şaheser Bir İnsan, 1977

Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu mükemmel bir eğitici olmasının yanında şaheser bir insan idi. Kendisinden çok şeyler öğrendim. Benim hayatımın yönlenmesinde çok büyük bir rol oynadı. Türkiye Genel Enerji Araştırma Projesinde çalışırken (1975-1977) bana bir keresinde iki maaş vermişti aynı ay için, çok çalışıp başarılı oldum diye. O projedeki başarımdan dolayı bana Boğaziçi Üniversitesi kontenjanından Milli Eğitim Bakanlığının bursunu almamda büyük bir rol oynamıştı. Bu burs ile Amerika’ya gelebildim ve doktora yapabildim. Maalesef ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’ye dönmem mümkün olmadı.

Osman Balcı <balci at vt.edu>


Boğaziçi Üniversitesi'nde Bir Seminer Dersi, 1977

İbrahim Bey ile hocam olarak ilk karşılaşmam bir seminer dersinde oldu. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde son dönem öğrencisiydim. Dersin hocası İbrahim Bey’di. Ancak, seminer dersi olduğundan bize kendisi bizzat hiç bir eğitim vermedi. Ders haftada bir gündü ve bir öğleden sonranın tamamını kapsıyordu. Saat 13:30’da başlardı. Her dersin başında İbrahim Hoca gelir, Türkiye’nin büyük sanayi kuruluşlarından bir konuşmacıyı bize tanıtır, sonra izin isteyip ayrılırdı. Bazı dersler ise fabrika ziyaretleri şeklinde organize edilirdi. Aklımda en çok kalanlar, Haramidere’de Beko Fabrikasına ve Paşabahçe’de Şişe Cam Tesislerine yaptığımız ziyaretler olmuştur.

Şişe Cam’a gitmeden bir hafta önceki ders de aklımda kalanlardan. İbrahim Hoca Şişe Cam’dan Y... Bey’i konuşmacı olarak getirmişti. Kendisini endüstri mühendisi olarak tanıttı. Konuşma başladıktan sonra kişi kendinin aslında tekstil mühendisi olduğunu, daha sonra uzmanlığını endüstri mühendisliğinde yaptığını anlattı. Ders boyunca bize Taylor’un öğretilerini anlatmaya başladı. Ona göre çok büyük bir yenilikti. Biz Boğaziçi’nin “çok bilmiş”, neredeyse ukala denebilecek öğrencileri için ise Taylorizm 1920’lerde kalmış kısmen köhnemiş, Endüstri Mühendisliğinin tarihinde yeri olan bir kavramdı. Biz artık bilgisayarlarda simulasyonlar, dinamik programlamalar vs. yapan dahilerdik. O gün Y. Bey’i sınıfça oldukça zorladık, adeta köşeye sıkıştırdık. Modern endüstri mühendisliği konusunda habersiz olduğu, konuştukça ortaya çıkmıştı. İki buçuk saatin sonunda kendisini “öğren de gel” benzeri yorumlarla uğurladık. Adam ağlamaklı bir şekilde sınıftan ayrıldı.

Ertesi hafta Şişe-Cam gezisi öncesi İbrahim Hoca sınıfa geldi ve bize kısa bir konuşma yaptı. Anlaşılan Y. Bey kendisine epey bir serzenişte bulunmuştu. İbrahim Hoca’nın kısa konuşmasından aklımda kalan mealen “Adam yetersiz olabilir ama yüzüne vurmak doğru olmamış” mesajıdır.

Alper Eliçin <alperelicin at gmail.com>


Gerçek Hayat Filmi, 1978

Boğaziçi Üniversitesi 2. sınıf öğrencisi idim. Arkadaşım Füsun, daha sonra eşim olan Cüneyt Türktan ile beni bir arkadaşının evine davet etti. Davet biraz gizemli bir unsur içeriyordu. Tam anlayamadık ya da anlamadık ama üzerinde durmadık. Tarif edilen evdeki davete gittik.

Gittiğimiz ev Boğazda, önünden yol geçiyor olsa da, sahilde idi. Okula da oldukça yakın. Evde ev sahibi olarak biraz geçkince görünüşlü, sakallı bir delikanlı vardı. Konuştukça anladık ki, tam bir delikanlı. Bir kere iki kişilik bir Fiat Spider kullanıyor. Öğrencilik yıllarında araba ve markası çok önemlidir. Tamam dedik. Uygun bir delikanlı.

Parti bitti. Tam biz kalkmadan, “Filmi tam anlamadınız!” dedi delikanlı. “Nedir?” dedik. “Ben okulda hocayım.” dedi. “Sorun yok. Bizim derslere girmiyorsun.” dedik. Bıyık altından kendisine özgün gülüşü ile güldü. “Doğru!” dedi. Böylelikle tanıştık İbrahim Kavrakoğlu ile. Daha sonra sıklıkla görüştük hep birlikte gezdik, hep birlikte güldük...

Müthiş ince bir espri gücü vardı. Her konudaki inceliği görürdü. Bazen konulara kedi gibi dikkat kesilir ve bir espri ile işin içinden çıkmayı başarır ve sorunu ve gücü de ortaya çıkarırdı. Sadece esprili değil, ne kadar zeki olduğu da karşısındakini hiç zorlamadan ortaya çıkan bir teşhis idi.

Unutmadığım bir başka yönü de ciddi bir eğitimi ve ihtisas konusu varken, ekonomi kitapları okumaya başlaması idi. Bu benim ufkumu aşan bir konu idi. “Budur herhalde!” dedim gerçek doktora üstü çalışma...

Biz Amerika’ya gittik. Uzun süre görüşemedik. [2006'da devam edecek]

Gülden Türktan <gturktan at gmail>


Tümsel Bakışın Dibi, 1978

Sevgili hocamı, dostumu, gençlik idolümü 1978 senesinde ilk defa üniversitede master programına başladığımda tanıdım. Hemen dost elini uzatıp eğitim paralelinde bir iş ayarladı. Varoluşu ile bütün kimliğime dokunuyor ve fikirleri ile ufkumu açıyordu. Genç yaşlarımda ve bugün bile eşim "Hayatta en çok anlattığın adam İbrahim Hoca." derdi/der. Şimdi düşündüğümde o günlerde bana mükemmel bir insan vizyonunu yansıtıyordu, onu paylaşmak istiyorum. Bende bir sürü parçası sürekli yaşamakta kesinlikle. Bunlardan birisi, dünyada insanların aynı acıları farklı mekan ve zamanlarda tekrar tekrar yaşayıp birbirlerinden niye öğrenemediklerini tartışırken. Çok özet olarak sen hiç elini yakmadan sobanın sıcak olduğunu öğrenen çocuk gördün mü diyerek uzun sohbeti imzaladı. Bu hayatımda cebimde taşıdığım güzelliklerden biridir. Enflasyon modellemesi yaparken de etkin değişken sayısı 100'e yaklaştığında Hong Kong'daki kuşun kanat çırpışını daha koymadık diyerek, tümsel bakışın dibine dokunan Hocam benim hayata dokunuşuma bir taş daha koymuştu. İyi ki varsın Hocam, hep yanımızda keyifle ve huzur içinde ışılda, bugünümüzün, geleceğimizin bir parçası ol.

Ersin Pamuksüzer <ersin.pamuksuzer at gmail>


Proje Hocası, 1979

1974-1979 yılları arasında İbrahim Hoca ile birçok projede ortak çalışma fırsatımız oldu. Bu dönemde hem kendisinden ders aldım, hem araştırma asistanlığını yaptım. Odasını senelerce kullanmama izin verdi. Enerji modelleri üzerinde çalışırken o zamanlar internet olanakları yokken bine yakın kitap ve araştırma getirttiğini ve incelediğimizi hatırlıyorum. Bu projelerden benim master tezim dahil çok sayıda master tezi ve araştırma çıkmıştı. İbrahim Hoca kafası devamlı yeni projeler düşünen, üreten ve bunları bir an önce hayata geçirmek isteyen bir kişiydi. Sık sık arar, yeni düşüncelerinden bahseder, odasında ya da evinde bunları aktarır, modelleme çalışmaları yapardık. Güzel günlerdi. Nur içinde yatsın.

Erhan Topaç <etopac at gedik.com>


"Türkiye Kaçmıyor", 1979 Kış Ayları

Hocam genç yaşında fakülte dekanlığından sonra bölüm başkanı olmuş, bir yerlerden ödenek bulmuş --belki de cebinden harcadı kim bilir-- yeni bölümüne genç elemanlar arayışında ABD turu yapıyor. O zamanlar telefonla ulaşamazdı, bana mektup yazıp Boston'a geleceği günü bildirdi.

Görüşmenin sonunda yurda dönmeye ikna olmuştum. Yalnız bir sorum vardı:
- Hocam, doktoram bitmek üzere, yaz sonu olabilir.
- Kolay gelsin, tez yazmak zahmetli bir iş.
- Hemen döneyim mi, burada bir iki sene çalışayım mı?
- Kardeşim, Türkiye kaçmıyor, önce kendini yetiştir, sonra dönersin.

Bölümüne acil eleman arayan bir yöneticinin bu cevabı ne kadar anlamlı... Çok kişi "hemen gel" derdi. Şimdilerde, doktorayı bitirmeden öğrencileri geri çağırdıkları bile oluyor.

Akif Eyler <akif.eyler at gmail>


Öğretim Üyesi Seçiminde Titizlik, 1979

Öğrencilik yıllarından tanıdığım bir arkadaşım, Amerika’da doktorasını tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümüne öğretim üyesi olmak için müracaat etmiş. İbrahim Abi, o sırada bölüm başkanıydı. Beni arıyormuş. Aramızdaki konuşma şöyle gelişti:
- Sen bu adamı tanıyormuşsun, nasıl biri?
- Ben akademik değerlendirmesini yapamam.
- Onu biz yapıyoruz. Nasıl bir insan, fakülteye uyum açısından sorun olur mu? Bölüm
içinde bir huzursuzluk yaratır mı?
- O konuda içiniz rahat olsun, çok uyumlu, çok pozitif bir arkadaştır.
- Tamam işte, bizim de duymak istediğimiz buydu.
diyerek yanımdan ayrıldı. Bölüm kadrosunu oluştururken eleman seçiminde gösterdiği titizlik ve çok yönlü değerlendirme beni etkilemişti. Doğru eleman seçimi, bölümün geleceğini güvence altına almanın ön koşuluydu.

Hüsamettin Alper <Husamettin.Alper at arup.com>


Dönüş Kararı, 1979

Syracuse Üniversitesi Endüstri Mühendisliği ve Yöneylem Araştırma (IEOR) Bölümünde doktora tez çalışmamı 1978 yılında tamamlamış, tez savunma sınavına 8 Aralık 1978 tarihinde girmiştim. Aynı gün Dekan James A. Luker imzalı bir mektup almış ve tam zamanlı öğretim görevlisi olarak IEOR Bölümünde çalışmaya devam etmem için iş teklifi yapılmıştı. Syracuse Üniversitesi’nde bir dönem daha tam zamanlı öğretim görevlisi olarak sözleşmeyi imzaladım. Bu süre içerisinde akademik yaşantıma nerede devam edeceğim konusunda karar verecektim.

Danışman hocam Prof. Carl Harris, George Washington Üniversitesi’nde yeni görevine başlamıştı. Benim de ABD’de kalıp, kendisiyle çalşmalarımıza devam etmemizi istiyordu. Ben ise lise ve üniversite yıllarımı geçirdiğim Boğaziçi Üniversitesi’nden teklif alırsam oraya dönmeyi tercih edecektim.

Üstün Ergüder, Selçuk Erden hocalar Syracuse Üniversitesi’ne ziyarete gelmişlerdi. Her ikisiyle de Boğaziçi Üniversitesi’ne dönmem konusunda olumlu konuşmuştum. İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Özer Ertuna İşletme Bölümüne dönmem için telefonla beni aramıştı. Daha sonra İşletme Bölümü Başkanı Prof. Nuri Uman’dan Üniversiteye dönme isteğimden memnun olduklarını bildiren 19 Ocak 1979 tarihli bir mektup almıştım. Mustafa Dilber Hocam da öğrencilik yıllarımdan beni yakından tanırdı. Ondan da konuyla ilgili mektup alınca çok sevinmiştim. Ancak ben Mühendislik Fakültesine dönmek istiyordum. Bölüm Başkanı İbrahim Hocayla da yazışıyorduk.

İbrahim Kavrakoğlu imzalı ve 29 Haziran 1979 tarihli mektup beni epeyce şaşırtacak ve çok sevindirecekti. Bu Kavrakoğlu’ndan aldığım ikinci mektuptu. Bölüme kabul süreci devam ederken, vereceğim dersler bile belirlenmişti:
16 Mayıs tarihli yazınız ve eklerini aldım, teşekkür ederim. Formaliteleri sürdürürken gelecek dönemin ders programını da hazırlamaktayız. Size IE605 Applied Stochastic Processes ve IE403 Quality Control and Reliability derslerini verdirmeyi düşünmekteyiz. IE605 için bugüne kadar Çınlar’ın kitabı kullanıldı, fakat tam anlamıyla memnun kaldığımız söylenemez. IE403 için ise bir kitap sipariş etmiş değiliz.
Normal olarak ders yüklerini öğretim elemanlarıyla toplanıp karara varıyoruz. Fakat Kayıt İşleri bizden şimdiden liste istiyor: bundan ötürü size danışmadan bir dağıtım yapmamız söz konusu. Öte yandan dönem başlamadan bazı düzenlemeler yapabiliriz.
Temmuz ya da Ağustos’ta görüşmek üzere çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Saygılarımla,
Doç. Dr. İbrahim Kavrakoğlu
Bölüm Başkanı
Dönüş hazırlıklarına başlayabilirdim. 1979 Ağustosunda İstanbul’a dönecek ve 3 Ekim’de atama işlemlerim tamamlanacaktı. Bürokratik işlemlerin tamamlanmasında, İbrahim Hocamın katalizör rolünü unutmam mümkün değil.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>



Bebek’teki Ev ve Nikah Şekeri, 1979

Ben küçükken en büyük eğlencem anneannemle birlikte dayımın Bebek’teki evinde kalmaktı. İbrahim Kavrakoğlu, Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışırken kiralanan ve şu anda Bebek Koru Cafe olarak işletilen o küçük ama son derece sevimli dairede çok uzun yıllar yaşadı ve benim için orası her zaman İstanbul’da gitmeyi en çok sevdiğim adreslerden biri oldu.

Anneannemle Göztepe’den yola çıkar, Kadıköy’den vapura biner, Karaköy’den de dolmuşla Bebek’e gelirdik. Muhtemelen biraz da beni oyalamak için uzun uzun yaptığımız bu yolu dayım her sabah ve akşam yapmasın diye, ona hemen üniversitenin alt kapısının yanındaki bu daire kiralanmıştı. Biz anneannemle 2-3 ayda bir büyük bir keyifle dayımda kalmaya giderdik. Dayım ilk gördüğümde çok şaşırdığım o kocaman içi su dolu yatağını bize verir, kendisi salonda ya da bir arkadaşında kalırdı. O zamanlar o evdeki her eşya benim için çok değişik ve ilgi çekiciydi. Ibrahim Kavrakoğlu her zamanki yaklaşımıyla evini döşemek için de son derece rahat ve fonksiyonel eşyalar seçmişti...

Sevgili Füsun Abla ile ilk defa o evde tanıştığımızı ve ilk karşılaşmamızda onun da bizlerle tanışmaktan son derece heyecanlandığını çok iyi hatırlıyorum. Yine o evle ilgili unutamadığım bir anım daha var: Dayım ve Füsun Abla’nın nikah törenleri için Bebek’teki evin masasının etrafında geçirdiğimiz saatler! Şöyle ki nikaha gelen misafirlere sıradan bir nikah şekeri vermek yerine daha güzel ve lezzetli bir ikram yapmak isteyen İbrahim Kavrakoğlu, meşhur Bebek Badem Ezmesi’ne badem ezmesi ısmarlamaya ve sonrasında da bunları kendi tasarladığı şık bir paket içerisinde misafirlere dağıtmaya karar vermişti.

Paketlerin üretimi için nikahtan bir gün önce hep birlikte Bebek’teki evde buluştuğumuzu ve uzun saatler boyunca hep birlikte karton kesip yapıştırıp içlerine badem şekerlerini doldurduğumuzu gayet net hatırlıyorum. O gün muhtemelen epey yorulmuş olacağım ki ertesi gün nikah sonrası şekerleri dağıtma görevi bana verildiğinde kimseye birden fazla şeker vermediğimi; bu konuda epey “tasarruflu” davrandığımı ve günün sonunda neredeyse nikah şekerlerinin yarısına yakınını dağıtmadan eve geri getirdiğimi hatırlıyorum.

Beşiktaş Evlendirme Dairesi

Melike Mermercioğlu <mmermercioglu at ku.edu.tr>


“Bırak Palavrayı”, 1979

Sevgili İbo, önce hocamdı. Sonra o Füsun’la, ben de Mayda’yla evlendik. Füsun ve Mayda birbirinin en yakın arkadaşlarıydı. Eşlerimizin bu yakınlığı dolayısıyla, ailece ve sık sık görüşmeye başlamıştık. 1979 yılıydı. Sevgili İbolar’a, Bodrum Farilya’daki evlerine kalmaya gitmiştik. O günlerde bir yaşına basan oğlum Uygar’ı da götürmüştük. Uygar aşırı derecede hiperaktif, bir saniye yerinde durmayan, hiç laf dinlemeyen bir çocuktu. İbolar’da kalışımız, mutfağın da salondaki ocağın yanında olduğu düzende, Uygar’ın birşeyleri karıştırıp kırmaması için, ona mukayyet olmakla geçti. Kısmen işe yarayan bir çözüm, Füsun’un yine birşeyleri karıştırdığı bir sefer Uygar’ı azarlamasının ardından ortaya çıktı. Bizimki birşeylere elini uzatıyor, sonra “te dö” diyip, elini geri çekiyordu. “Te dö” Uygar’ca “teyze döver” anlamına geliyordu.

Evin dışında biraz rahat ediyorduk. Uygar kendi kendine evin önündeki kumsalda oynuyor, ama yine her zaman olduğu gibi, ne gitten, ne gelden anlamıyordu. Bir seferinde, akşam yemeği için Farilya’nın tek lokantasına gidecektik. (Aslında lokanta bile denemezdi. Şimdi Gündoğan olarak bilinen ve Bodrum civarındaki en lüks yerleşim yerlerinden biri haline gelen Farilya’nın dışarda yenebilecek tek yeriydi.İbo ile Füsun da, köydeki tek yabancılardı, o zaman.) Bizim Uygar yine kumlarla oynuyor, benim ve annesinin “hadi oğlum, gel, gidiyoruz” dememize hiç aldırmıyordu. Biz bir süre uğraşıp, onu güzellikle yerinden kıpırdatamayınca, biraz yürüyüp uzaklaşmış olan İbo geri döndü ve gayet otoriter bir biçimde, Uygar’a “bırak palavrayı, yürü bakayım,” diyiverdi. Bizimki de, İbo’nun bu komutu üzerine, oynamayı bırakıp kalktı, İbo’nun elinden tutarak bizimle gelmeye başladı. Bu olayı hala hiç unutmam. Sevgili İbo’nun buna benzer, bir olay karşısında hiç umulmadık bazı tepkileri ile netice aldığına şimdi çoğunu hatırlamadığım bir çok başka durumda da şahit oldum.

Sevgili İbo, ilgi alanları çok geniş bir kişiydi. İşi en son, uçak pilotluğuna kadar vardırmıştı. Ailece sık görüşmeye başladığımız ilk günlerde, bu yanını çok iyi bilmediğim için, hemen her konuda otorite imişçesine bir şeyler söylemesi, beni biraz şaşırtmış, bir seferinde de, 68 kuşağı gençliğinden olan bana, silahlar üzerine de diskur geçmesi, doğrusu biraz canımı sıkmıştı. Daha sonra, bir Karadeniz uşağı olarak silahları da çok iyi tanıdığını öğrenmiştim.

Türkiye önemli bir bilim adamını, ailesi iyi bir eş ve babayı, biz de iyi bir dostu kaybettik. Nur içinde yatsın.

Abdurrahman Arıman <ariman.abdurrahman at gmail>


"Profesör Dediğin...", 1979

Boğaziçi Üniversitesinde Bilgisayar Mühendisliği Master programına başlarken asistanlık için görüşmeye gitmiştim. Ofisine girince, pozitif yaklaşımı, sakin konuşması, güler yüzüyle beni dinlerken, içimden "Profesör dediğin böyle olmalı" diye geçirmiştim. Temel Bilimler Binasının 2. katındaki ofisinin iki tarafı boydan boya cam, arkası yeşilliklere bakıyordu. Hocamız da bu huzur dolu odanın ortasında sanki bir "derviş" edasıyla oturuyordu. O zaman 20'li yaşlarındaki bendenizle uzuuun uzuuun Türkiye meselelerinden, hayata bakışı, benim beklentilerim, neler yaptığım konusunda konuştuk. Daha sonra da "Mathematical Modelling of Energy Systems" çalışmasına asistanı olarak dahil olmuştum. Bana desteğini daha sonraları bir mentorum olarak da devam ettirdi. Türkiye dışından tatile her gelişimde, ziyaret ettiğim 2 kişiden birisiydi sevgili Hocam. Allah rahmet eylesin...

Savaş Ünsal <sunsal at superonline.com>


Yılbaşı Hediyesi, 1980 başı

1979 Ağustosunda A.B.D’den Boğaziçi Üniversitesi’ne döndüğümde, Bilgi İşlem Merkezinin giriş katında, sağ kanattaki tüm ofisler Endüstri Mühendisliği (IE) Bölümü’ne aitti. Bu ofisler yetmediği için, sol kanatta da bir ofis, IE Bölümü tarafından kullanılmaktaydı. Küçücük ofislerde, öğretim üyeleri ikişerli oturmaktaydı. Bölüm Başkanımız İbrahim Hocanın çalışma ofisi Fen Edebiyat Fakültesi (Anderson Hall) Binasındaydı. Ben IE Bölümüne katıldığımda, ilk ofisim Bedir Aydemir Hocanın bulunduğu, sol kanattaki ofisti. Bu ofisler daha sonraki ofislerimize göre küçük olmakla beraber, bilgisayar kullanarak yaptığımız akademik çalışmalarımız açısından değerlendirdiğimizde, bu binada olmak önemli bir avantaj sayılabilirdi.

Sistem odası dediğimiz klimalı orta salonda yer alan ve bugünkü sistemlerle kıyaslandığında, dev boyutlardaki bilgisayar birimleri, UNIVAC 1106 sisteminin parçalarıydı. Alt katta ise veri girişi için kullandığımız bilgisayar kart delme makinaları ve veri okutma ve bilgisayar çıktılarını aldığımız bölümler vardı.

Artık tarihe karışmış ve ancak bilgisayar müzelerinde görülebilecek kart delme makinalarını, lisans öğrencilik yıllarımda (1969-1973) ben de kullanmıştım. Program kodlarını ve verileri girdiğimiz, delikli kartlar (punch card) 80 kolonluk, 18.7 cm x 8.3 cm boyutlarında karton kartlardı. Bu kartlarda depolanan program ve veriler, 1000 kartlık kutularda saklanırdı. Araştırmacı programını çalıştıracağı zaman, bu karton kutular içinde kartları Bilgi İşlem merkezine getirerek, program ve verileri bilgisayara okuturdu. Kartları taşırken, çok ender de olsa, kazara dökülmesi ciddi sıkıntılar yaratırdı. Kartların sırası bozulduğunda yeniden sıralamak ve uzun mesafe taşımak zorunda kalan şanssız kişilerden olmayı istemezdik.

Ekonomik durum açısından da, o günler Türkiye için kriz yıllarıydı. 1980 yılında enflasyon oranı %100 ün üzerinde gerçekleşmişti. Tüketim malları karaborsaya düşmüş, ülkede siyasi sorunlara kıtlık da eklenmişti. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düşmüştü. Benzini aylık 20 litreyi geçmemek koşuluyla karneyle alıyorduk.

Ekonomik krizden delikli kartlar da nasibini almış ve zor bulunur olmuştu. O günlerde kart stokum bitmiş ve nasıl temin edeceğimi düşünmekteydim. O sıkıntılı dönemde, Sekreterlikte benim adıma iki kutu kart bulduğumda, altın bulmuş gibi sevindiğimi hatırlıyorum. Bölüm Başkanımız, her öğretim üyesi için iki kutu kartı sekreterlik kanalıyla bizlere dağıtmıştı. Bilgisayar kart krizinin sonlanması, Bölüm Hocaları için güzel bir yılbaşı hediyesi olmuştu.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>


Doktora Tez Hocam, 1980

Endüstri Mühendisliğinin ilk doktora öğrencisi olarak mezun olmamda İbrahim Bey’in önemli rolü olmuştur. O dönemdeki şartlarımla yurt dışında doktora yapmam söz konusu değildi. Ancak Endüstri Mühendisliği Bölümü kurucusu Erkut Yüceoğlu’nun zaman içerisinde doktora programı açmak niyeti ve bende de heves olunca, doktoraya başladım. İbrahim Bey, Erkut Bey ile beraber iki doktora tez hocamdan biriydi. Tez çalışmalarımda geliştirdiğim algoritmaların Türkiye'nin enerji sistemine bir uygulamasını yapmamı önermişti. Böylece enerji konusuna girmiş oldum ve kariyerim boyunca bu ilgim devam etti…

Gülseren Ünlü İzmir <gul.izmir1 at gmail>


Enerji Tasarrufu, 1980

Sevgili İbrahim Kavrakoğlu ile Boğaziçi senelerinde kampusta beraber olduysak da dostluğumuz okul sonrası gelişti. Ben TSKB'de bir sanayide enerji tasarrufu araştırma projesi yürütüyordum ve bu proje için sanayide enerji tasarrufu üzerine bir el kitabı hazırlamıştım. İbrahim Kavrakoğlu'na bu kitabı hediye etmem sırasında tekrar görüştük ve bu konuda beraber bir günlük bir konferans düzenlemeye karar verdik. Onun liderliğinde ve TSKB'nin organizasyonunda 6 ay sonra konferansı gerçekleştirdik. İstanbul'un büyük otellerinin birinin toplantı salonunda Kavrakoğlu'nun başkanlığında ve yönetiminde yapılmış geniş katılımlı ve başarılı bir konferans oldu. Sanayi kesiminde konu büyük ilgiyle karşılandı. Konferansın sunum ve konuşmalarını içeren bir yayın da hazırladık ve tüm sanayi sektörüne binlerce kopya olarak ulaştırdık.

Rahatsızlığı sırasında Sevgili Füsun Kavrakoğlu'ndan rica ederek İbrahim Kavrakoğlu'nu ziyarete gittim; 35 yıl önceki bu toplantı ve hazırlıklarından bahsettiğimde hastalığına rağmen detayları hatırladı ve bu konuyu tekrar konuşmaktan memnun oldu. Bu ziyaretimde Füsun Kavrakoğlu'nun İbrahim'e olan sonsuz sevgisine bir kere daha şahit oldum. Nur içinde yatsın.

Metin Ar <metin at metinar.com>


"Kavga Yok, Ödünleşme Var", 1980 Sonu

Hocamın tavsiyesine uyarak doktoradan sonra bir sene daha çalıştım. Memlekete dönüp üniversiteye katılma zamanı gelince küçük bir sorun çıktı. Hangi bölüme girecektim? Lisans derecesini aldığım bölüm mü, doktora derslerinde yoğunlaştığım bölüm mü, yoksa yeni kurulan Endüstri Mühendisliği mi? Her üç bölümde de takdir ettiğim çalışkan hocalarım vardı. Hepsinin olduğu bir toplantıda hangi bölüme gireceğimi sordular. Eyvah, buna nasıl cevap vereyim şimdi! İbrahim Hocam bir çırpıda sorunu çözdü: "Yeniliğe açık ve en hızlı gelişen bölüme girecek elbette." Bu cevap ile konu kapandı, hiçbir dersini almadığım IE bölümünü seçtim...

Boğaziçi'ne girip yukarıda anlatılan dar ofislerde çalışmaya başladım. Çalışma şartları zor, imkanlar çok kısıtlı, ülke kriz geçiriyor. Bir de bunların üstüne, üçüncü hafta falan olmalı, katıldığım ilk Fakülte Kurulunda ağır bir sözlü atışmaya şahit oldum. Yüzümdeki üzgün ifadeyi görünce Hocamın unutulmaz sözleri: "Sen bunları kafaya takma, kavgaya bulaşırsak iş yapamayız."

Ertesi yaz sıcak bir günde hocamı yemekten sonra ofise doğru yürürken gördüm. Gölgelerden faydalanmaya azami dikkat gösteriyordu. "Hocam, en ufak bir gölgeyi kaçırmadınız" dedim. "Azizim, hayat bir trade-off sanatıdır. En kısa yoldan gidersen güneşte yanarsın. Hep gölgede kalayım dersen yolun uzar, belki de hedefe varamazsın. Amaç, yolu çok uzatmadan önüne çıkan gölgeleri kullanmaktır. Endüstri Mühendisliği de bu ilkelerin akıllıca uygulamasıdır."

Akif Eyler <akif.eyler at gmail>


Gündoğan'da Tatil, Ağustos 1981

Amerika’dan Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşümün ikinci yılıydı ve dönem bitmiş tatil ayları başlamıştı. O yaz Kuşadası’nda kuzenimin yazlığında bir hafta kadar kalmayı planlıyordum. Bölüm Başkanımız İbrahim Hoca, izin dilekçesinde tatil süresinin kısalığını görünce, hiç beklemediğim bir öneri yaptı. Bodrum civarında küçük bir evi olduğunu, o tarihlerde kullanmayacağını, istersem orada da kalabileceğimi söyledi. Bodrum’a 25 km kadar uzaklıkta, şehir yaşamından uzak, Gündoğan’daki taş evde geçireceğim bir kaç gün çok çekici gelmişti. Hocamızın teklifini teşekkür ederek kabul ettim. Eski adı Farilya olan Gündoğan’ın o yıllarda doğru dürüst yolu bile yoktu, turistik oteller henüz yapılmamıştı. Son derece sevimli ve sakin bir yerleşim beldesine gelmiştim. Gündoğan’ın girişinde İbrahim Hocanın bahsettiği bir köy kahvesi vardı. Biraz ilerde de söylediği gibi caminin hemen yanında, bahçe içerisinde şirin iki odalı bir rum evi beni bekliyordu. Duvarlar kalın ve pencereler küçük olması nedeniyle, içerisi yaz sıcağından etkilenmiyordu. Evin hemen önünden girilen tertemiz denizde küçük balıklarla beraber yüzmek ayrı bir keyifti. Bu cennet koy, güneşin doğuşu anlamına gelen Farilya ismini fazlasıyla hak etmişti. Şahane denizin yanı sıra, güneşin doğuşu ve batışı insanı büyüleyen anlardı. İbrahim hocama sonsuz teşekkürler. Bana hayal etmesi güç, son derece sakin ve dinlendirici bir tatili yaşama fırsatı vermişti.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>


Eğitimde İvme, 1981

1981 yılında BÜ Kimya Mühendisliğini kazandığımda, İbrahim hoca Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanıydı. Amacım ikinci sömester'den itibaren Endüstri bölümüne geçmekti. Dediler ki İbrahim hocaya gideceksin.. Gittim.. "Evlat" dedi, "Bize talep çok, biz de çok iyileri seçiyoruz, min 3.50 yapabilirsen Bölüm Kurulunda düşünebiliriz." dedi.. Gittim çalıştım, 3-4 ay sonra 3.51 ile geldim yine hocanın karşısına... "Ulen tühh namussuz, keşke 3.80 diyeydim!"... Nur ol hocam, sayende ivme verdiğin eğitimimi, istediğim mesleği seçerek geliştirdim. Ruhun şad olsun..

Salih Arıman <sariman at sabanciuniv.edu>


Lider, Sevecen, Babacan ve Yenilikçi Bir Hoca, 1981

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünün ilk mezunlarını verdiği ancak mesleğin geleceği ile ilgili hem beklentilerin hem de endişelerin çok üst düzey olduğu bir dönemde, 1981 yılında Robert Kolej sonrasında bölüme girmeye hak kazanmıştım. Artık üniversite giriş puanı yüksek bir bölümün öğrencisiydim ama mesleğin gerek tam olarak ne olduğu, gerekse de geleceği ile ilgili sorgulamalarım devam ediyordu. İşte tam o dönemde; lider, sevecen, babacan ve yenilikçi kişiliği ile İbrahim Hoca hepimizi ziyadesiyle etkilemiş ve kariyer yolumuzun açık olduğuna bizleri ikna etmişti.

O zamanlar görece çok yeni olan; verimlilik, inovasyon, değişim yönetimi, toplam kalite yönetimi, e-öğrenme, enerji sistemleri, sinerji yönetimi, stratejik planlama, liderlik, mühendislik ekonomisi, sistem yaklaşımı, matematiksel modelleme, yatırım kararları, çok ölçütlü karar verme, üretim planlama, bilgi teknolojisi, rekabet stratejisi, performans yönetimi, paradigma değişimi, petrol fiyatlarının öngörüsü, ekonomik istikrar, vergi reformu, enerji politikası, öğrenen örgüt yapısı, kriz yönetimi, ISO 9000, konut sorunu gibi çok çeşitli makro ve mikro konulardaki çözüm odaklı çalışmaları ile bizlere Endüstri Mühendisliğinin “uygulamalı ve çözüm odaklı” bir mühendislik dalı olduğu fikrini ilk aşılayan İbrahim Kavrakoğlu Hocamızdır.

Aklımda kalan bir başka husus ise; yine aynı dönemde üniversitemizde idari sorumlulukları da bulunan ve Endüstri Mühendisliği bölüm başkanı olan İbrahim Hoca, bölümümüzü şimdiki BÜ Mezunlar Derneği’nin (BÜMED) oradaki beyaz villaya taşımış ve bizlere çok ayrıcalıklı bir bölümün ve çok değerli hocaların birer öğrencisi olduğumuzu hissettirmişti.

Özetle, bizler bir endüstri mühendisinin her daim değişime açık, inovatif doğalı ve çok yönlü bir mühendis/yönetici olması gerektiği fikrini İbrahim Hocamızın önderliğinde öğrendik.

Bizlere kattığı tüm güzel değerler için minnettarım.

Luiz Levi Özsarfati <luiz.ozsarfati at hatempaper.com>


Tez Hocası, 1981

İbrahim Hoca benim hem hocamdı, hem de master tezinde tez danışmanımdı. Endüstri Mühendisliğinin ana omurgasını ve makro analizi ben ondan öğrendim. İlk hatırladığım termik santral ziyaretidir. Termik santralin verimliliği üzerine bir fabrika gezisi olmuştu. Bilgisayar Merkezinin kuruluşunda ve yenilenmesinde de çok emeği geçmişti. Tez çalışmalarım sırasında da o kadar işine rağmen bana hep zaman ayırmıştı. Allah rahmeti ile muamele etsin.

H. Murat Mercan <mercan.hm at gmail>


Nice Mutlu Yıllara, 1982 Başı

Endüstri Mühendisliği Bölümü 1981 yılında Güney Yerleşkede 8 No’lu lojmana (Barnum House) taşınmıştı. Bodrum ve çatı kat dahil dört katlı, kocaman bir bahçe içinde şirin bir evdi. Giriş katında en solda Sekreterlik, karşıda İbrahim Beyin Bölüm Başkanlığı Odası, yanında Başkan Yardımcımız Gündüz Hocanın odası ve sağda çay-kahve odası olarak kullandığımız mutfak vardı. Diğer öğretim üyelerinin odaları üst kattaydı. Asistanların odaları ise çatı katındaydı. Bodrum katında binamızın ve bahçemizin bakımını yapan Abdullah Yetim ve ailesi oturmaktaydı. Lojman 8, 1900’lü yılların başlarında hocalara tahsis edilen evler arasında inşa edilmiş ve ilk oturan Matematik Bölüm Başkanı Harry Huntington Barnum’un ismiyle anılmaktaydı. Yer sıkıntısı nedeniyle bir süre için ofis alanı olarak Endüstri Mühendisliğinin kullanımına verilmişti.

8 No’lu Lojman (Barnum House)
Benim odam Sekreterliğin hemen üzerinde bahçeye bakan oldukça geniş bir odaydı. Ofis masamın hemen yanındaki pencereden dalları içeriye sarkan erik ağacını ve pencereye konan kuşları unutmam mümkün değil. Endüstri Mühendisliği hocaları 1981-1984 yılları arasında, kocaman bir aile gibi bu cennet yerleşimde büyük bir keyifle yaşadık ve bazı akşamlar geç vakitlere kadar ofislerimizde çalıştık. Mesai sonrası kaldığım bir akşam, İbrahim Hoca Füsun Hanımla birlikte üst kata geldi. Hocamızın 41. yaşını “Nice mutlu yıllara, İbrahim Abi” diyerek beraber kutlamıştık.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>


Muhteşem Bir İnsan, Harika Bir Hoca, İyi Bir Yönetici, 1982

İbrahim Kavrakoğlu Hoca, Robert Kolej’de geçirdiğim tek yılda (1969-70) Mühendislik Grafiği dersinde hocam olmuştu. Onu o dersteki esnek, sevecen, öğrencinin nabzını iyi tutan, ama her zaman kararlı tutumu ile hep hatırlayacağım.

6 yıl sonra, 1976 sonbaharında, artık Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmüş olan kampüse öğretim elemanı olarak geri döndüğümde, Endüstri Mühendisliği (EM) Bölümü Başkanımız İbrahim Hoca idi. O tarihten sonra, kendisi Şişecam’a yönetici olarak geçinceye kadar, Bölüm’e iyi bir lider oldu; O’nu her zaman demokratik, yumuşak, yol gösterici, ne istediğini bilen, ikna kabiliyeti yüksek, sıra dışı (out of the box) düşünen bir meslektaş ve yönetici olarak gördüm. Bölümümüz onun zamanında ilk büyük projelerini aldı; Başbakanımız “bu memlekete plan değil pilav lazım” derken, İbrahim Hoca Türkiye’nin ilk enerji modelini ve planlamasını yapmaktaydı.

İbrahim Hoca’nın EM diploması yoktu; ancak, verimlilik, planlama, sistem yaklaşımı, yaratıcı düşünce, modelleme, iyi çözüm odaklı davranış gibi temel EM kavramlarına son derece hakimdi.

O’nun zamanında, Boğaziçi’nin kronik yer sıkışıklığı içinde, Bölümümüz sıra dışı bir mekana, bir lojman binasına (Mezunlar Derneği(BÜMED) binasının karşısındaki lojman) taşındı. Bu ağaçlar ve çiçekler arasındaki sıra dışı mekan “sanki bir köy ortamında” çalışıyormuş hissini verirken, Bölüm’ün entegrasyonunu güçlendirdi, büyümesine imkan sağladı.

İbrahim Hoca’nın Rektör Yardımcılığı görevi de hem Bölüm, hem Fakülte, hem de Üniversite için çok iyi bir şans oldu: Dışarıdan gelen ve Üniversite’yi hiç tanımayan bir rektörle Üniversite arasında çok iyi bir “interface” oldu (tabii bu arada kendisinden çok şey vererek ve sıkıntı çekerek).

İbrahim Hoca, Üniversite’den ayrılarak Şişecam’a geçtikten sonra da, iki kurum arasında tetiklediği ortak araştırma projeleri, eğitim seminerleri, tez çalışmaları, staj imkanları gibi faaliyetlerle de, Bölüm’e ve Üniversite’ye büyük katkılarda bulundu.

Allah rahmet eylesin.

İlhan Or <or at boun.edu.tr>


Risk Altında Karar Verme, 1982

İbrahim Kavrakoğlu’nun Mühendislik Ekonomisi dersinde verdiği bir örnek, hayatımda aldığım neredeyse her kararda bana örnek oldu. Her zaman karşılaştığım problemlerde çok yönlü ve bütünsel bakmaya çalışarak, ikinci veya üçüncü bir parametre, sonucu nasıl etkiler diye düşünmeye çalışıyorum. Şöyle ki bize derste 1000 TL paramız olduğunu varsaymamızı ve bunu 2 farklı alternatife göre değerlendirmemiz konusunda şöyle bir örnek anlatmıştı: Birinci alternatif Kastelli, yıllık faiz oranı % 100. İkinci alternatif Ziraat Bankası, yıllık faiz oranı %10. Bu örneklere göre birinci alternatifte yıl sonunda paramız 2000 TL, ikinci alternatifte sadece 1100 TL oluyordu. Cazip olan tartışmasız birinci alternatifti. Sonra bu hesaba ikinci bir parametre ekledi ve dedi ki birinci alternatifte paranızı geri alma ihtimali %10, ikincisinde ise %100. Bu parametreyi uygulayınca, birinci alternatifte geri almayı beklediğimiz tutar 200 TL oldu. İkinci alternatif ise çok daha yüksek bir tutar olan 1100 TL de kaldı.

Bu dersi almamın üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala dün gibi hatırlıyorum ve çevremde tanıdığım herkese ilk fırsatta anlatıyorum. Sayın Kavrakoğlu'na Allah’tan rahmet diliyorum.

Metin Bağcı <metin.bagci at bilmed.com.tr>


Karizmatik Hoca, 1982

Sevgili İbrahim Hocamız, bölümde tanıştığım ilk hocalarımdan biridir. Matematik Bölümünden geçiş yaptıktan sonra, kendisi bana danışmanlık yapmış ve Endüstri Mühendisliği’nde alacağım dersler konusunda yardımcı olmuştu. Bu arada, bir dersimize katılarak enerji konusundaki araştırmalarını anlattığını hatırlıyorum. Bölümde asistan olarak çalışmaya başladıktan sonra, koordinatörlüğünü yaptığı lisansüstü seminer dersinde kendisinin yardımcılığını yapmıştım. İbrahim Hoca’yı tek bir kelimeyle anlatmam istenirse, ona en çok yakışan sıfatın “karizmatik” olduğuna inanıyorum. Benim okuduğum yıllardaki Boğaziçi Üniversitesi’nin dokusuna çok yakışan ve eski Robert Kolej geleneğini devam ettiren bir insandı bana göre. Kendisini tanımış ve birlikte çalışmış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.

Tülin Aktin <t.aktin at iku.edu.tr>


İbo Bey, 1982

Bir gün İbrahim’le sohbet ederken, problem çözmek üzerine bir çalışma yaptığından bahsetti ve konunun psikolojik yönlerini de ele almak istediğini belirtti. Nispeten kısa bir bibliyografik liste çıkarıp İbrahim’e gönderdim. Birkaç gün sonra buluştuk, beraber benim listeye baktık, konuştukça anladım ki İbrahim benim liste eline geçmeden kaynakların çoğunu bulmuş ve okumuş. Şaşırdım doğrusu, ama sonra biraz düşününce doğal geldi. - İbrahim her önüne gelen konuyu her yönüyle anlamak isteyen bir adamdı; alakasız görünen şeyleri de rahatlıkla bir araya koyabilirdi. Okulda çocukların ona taktıkları isim, ”İbo Bey” de bunu yansıtıyor, hem “İbo” idi hem de “Bey”.

Nur içinde yatsın İbo Bey.

Hamit Fişek <fisek at boun.edu.tr>


Berkeley, 1982 Sonu

İbrahim Hoca Berkeley'i ziyaret ederken onunla biraz çalışmıştık, enerji ekonomi sistemleri... Bir gün durup dururken hoca "Keşke psikolog olsaydım." der. Bu nereden çıktı? "Sosyal bir yerde, insanlar kendi anladıkları konuları konuşmak istiyorlar, mühendisim deyince konuyu açmaya teşebbüs bile etmiyorlar."

Mahmut Karayel <mahmutkarayel at yahoo>