01 Ekim 2016

Danışmanlık Anıları (1994-2009)


Show Me, 1994

İbrahim Bey'le üniversitedeki hoca öğrenci ilişkimizden yıllarca sonra yöneticisi olduğum şirkete danışmanlık yapmasıyla tekrar bir araya geldik. 90'lı yıllardı, sanıyorum 1993, ben Ezacıbaşı'nın dış ticaret şirketi Ekom'un genel müdürlüğünü yaparken, şirketin çok hızlı büyümesi sonunda yeniden yapılanma ihtiyacı çıkmış, bir danışmana ihtiyacımız olduğunda İbrahim Bey'e başvurmuştuk. İbrahim bey o sıralar bizim gruba bağlı fabrikalardan birinde toplam kalite, 4 sigma gibi mükemmel iş yöntemleri üzerine projeler yapmış herkes de çok memnun kalmıştı. Danışmanlık anlaşmamızı yapar yapmaz işe koyulmuş, müthiş bir hızla hareket ediyor, genç olmasına rağmen ben ve ekibim süratine yetişmekte zorlanıyorduk.

Çok kısa sürede tüm işlerimizi kavradı. Yurt dışında o sıralar kurduğumuz şirketler vardı. Beraber Rusya Moskova'ya gittik. Kalabalık bir Rus ekibimiz vardı. Hepsini sorguluyor, teker teker herkes söz alıyor, ortaya fikir veya iddia atan kim olursa "Show me!" diyor, söylenen konuların arkasını didik didik inceliyordu.

Daha sonra Almanya, İngiltere'deki şirketlerimizi de ziyaret edip tüm süreçlerimizi ortaya çıkardık. Her toplantıda konular ortaya çıktıkça İbrahim Bey aynı şekilde "Show me!" diyor, sorgulama devam ediyordu.

Bu "show me" söylemi o kadar benimsendi ki bir müddet sonra kendi aramızda da ne zaman bir konuyu tartışsak diğeri hemen "Show me!" demeye başladı. Şirketin o dönem yeniden yapılanmasını ve daha verimli bir çalışma ortamına geçmesini İbrahim Bey'e borçluyduk. Projenin kod adı "Show me!" kaldı. Ne zaman bir konuyu tartışsak bu söylemini hala hatırlarım ve de kullanırım.

Nur içinde yat Hocam!

Hüsamettin Onanç <husamettin.onanc at outlook.com>


Değişim ve Dönüşüm Lideri, 1995

Rahmetli İbrahim Kavrakoğlu, küreselleşme sürecinde ülkemizde işletmelerde yönetici ve yönetim ilkeleri açısından değişim ve farkındalığı tanımlayıp yaşama geçirenlerden biridir. Bir bilim insanı olarak üretim ve rekabet olgusunu, değişim döneminin başında algılayarak büyük fotoğrafı gören kişilerdendir.

Sadece büyük fotoğrafı görmekle kalmayıp, ülkemiz penceresinden detayları ve elemanları bir sistem olarak yönetim biçimine dönüştürerek uygulamaya aktarmıştır. Üniversite hocalığındaki öğretisinin yanısıra işletme bazında yönetim modeli araştırma ve uygulamaları ile pek çok işletmeye dokunmuştur. KalDer Kavrakoğlu’nun ülke bazında önemli dokunuşlarından biri olarak ortaya çıkan yapı taşlarından biridir. Sürekli araştıran, değişimi kovalayan bir bilim insanı olarak yoğun çabaları sonunda gelişime yön verecek pek çok eser ve önemli bir insan kaynağı bırakmıştır. Saygıyla anılacak bir bilgi birikimi varlığının sahibi olarak hatırlanacaktır. Rahmetle ve saygıyla anıyorum.

Hamdi Doğan <ahamdidogan at gmail>


KalDer İzmir, 1996

Prof. İbrahim Kavrakoğlu ile 20 yıl önce Türkiye Kalite Derneği (KalDer) etkinliklerinde tanıştım. KalDer İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanlığı görevimde ve iş hayatındaki çalışmalarımda kendisiyle görüşmelerim devam etti. Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu sıra dışı düşünme yeteneği, olumlu davranışları ve somut çözüm önerileriyle bize yol gösterici oldu. Kendisini saygıyla ve rahmetle anıyorum.

KalDer Türkiye‘de sanayi ve hizmet sektörlerinde çağdaş kalite anlayışını geliştirmek ve kuruluşların dış pazarlarda rekabet gücünü artırmak amacıyla, Kasım 1990’da İstanbul‘da kuruldu. Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu Türkiye KalDer’in kuruluşunda kurucu üye olarak aktif görev aldı. KalDer İzmir Şubesini de Ocak 1996 kurduk.

Bir şirketin rekabet gücünün artmasında çalışanlar arasındaki karşılıklı güven ortamı ve yöneticilerin liderlik yeteneği etkili bir rol oynamaktadır. Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu bize her zaman fizik ilminin ve mühendislik teknolojisinin bir bütün olduğunu söyledi. Bu nedenle yurt içinde ve yurt dışında çalıştığı üniversitelerde mühendislik derslerinin yarısından fazlasının eğitimini verdi.

Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu’nun değerli çalışmalarını ve yeni fikirlerini yıllarca ilgiyle izledik. Onun ardından bu satırları yazarken bile onun sesini yine duyuyor gibiyim: “Yönetim ve üretim sistemleri değişmez bir veri olarak kabul edilmemelidir. Sürekli geliştirilmelidir. Yönetim anlayışı insani nitelikler ve etik değerlerle bütünleştirilmelidir. Yöneticinin tek görevi rutin işleri denetlemek değildir. Yöneticiler küresel pazarları ve yeni teknolojileri takip edip, kendilerinin ve birlikte çalıştıkları elemanların mesleki gelişimine özen göstermelidir. İşler minimum hiyerarşi ve esnek yönetim anlayışıyla yürütülmelidir. Çalışan elemanlarda yaratıcılık yeteneğini ve motivasyonu artırmak hedef alınmalıdır.”

Şener Muter <senermuter at hotmail>


"Ağacını Başkasına Budatma", 1997

Sayın İbrahim Hocamızı Kalite Derneğinde ve YDH hareketinin içinde yakından çalışma fırsatı buldum. Sabancı Üniversitesindeki AR-GE konusundaki iki günlük toplantıda beraber konuşmacı olduk. Orada Hocamın rutin hiç bir konuşma yapmadığını gördüm, muhakkak eksik bulur irdeler, sonra bunu cesaret ile söyler ve savunurdu. Şirketimizde bir sorunumuz vardı, Hocam özel uçağı ile Samsun'a geldi, beraber şirketimizin iki günlük etüdünü yaptıktan sonra bize sadece bir tavsiyede bulundu: "Şirketinizde işler iyi gitmiyorsa işin sahibi sahaya inecek ve ağacı budayacak. Sakın ağacını başkasına budatma yoksa batarsın, onun için sahaya in ve ağacını kendin buda!"

40 yılı aşkın iş yaşamımda Hocamın dediğini üç sefer yaparak şirketimi yenileştirmeye çalıştıkça her gün Hocamı anar oldum, yani hayatıma bir çizik attı ve unutulmaz oldu.

Orhan Cazgır <orhanc at cazgir.com.tr>


Hep Hocamız Olarak Kaldı... , 1997

İbrahim Hoca Boğaziçi Endüstri Müh. Bölümünde hocamızdı. Yıllar sonra, 1988-96 arası, Alarko'da yöneticilik yaparken Toplam Kalite çalışmalarımız çerçevesinde kendisini Şişecam'daki odasında ziyaret ederek bazı konularda fikrini almıştım. Aradan geçen onca yıla rağmen beni hemen hatırlamasına şaşırmıştım önce... Sonra da, bulunduğu pozisyona rağmen ne kadar alçak gönüllü bir şekilde davranmış olmasından etkilenmiştim. Hala hoca-öğrenci ilişkisini sürdürüyor, öğrencisine yol göstermeye, yardımcı olmaya çalışıyordu.

1997 yılında Alarko'dan ayrılıp eğitim ve yönetim danışmanlığı işine soyununca, yürütmekte olduğu danışmanlık projelerine el vermeye başlamıştım. Nitekim, kısa süre sonra şirketleşmeye karar verdi ve Kavrakoğlu Danışmanlık kurulmuş oldu. Artık patronum sayılırdı. Ama o yine aynı alçak gönüllülükle ve karşısındakine saygıyla davranıyordu. İbrahim Hoca'nın herkesçe bilinen kıvrak zekası ve vizyonerliği yanında beni daha çok bu yönü etkilemiştir.

Zehra Eliçin <zelicin at gmail>


Ankara, 1999

Yıllarca önce, varlıklı, Ankaralı ve iyi tanınan bir sanayi kuruluş sahibi ailenin başı tarafından ''ABD üniversitelerinden birini Türkiye'de bizle birlikte kampus kurmaları'' konusunu görüşmek üzere davet alınca, RC'den ağabeyim olan İbrahim'e açılıp toplantıya benle beraber gelmeye ikna ettim. Toplantının başında idarecilerini ve yüksek eğitim kalitesini yakından tanıdığım bir ABD eyalet üniversitesinin ismini zikredince, aile başkanı ''neden Harvard'a odaklanmıyoruz?'' diye sordu. İbrahim'le birbirimize bakıştık, Ankara'ya seyahati boşuna yapmış olduğumuz sonucunu bir anda paylaştık. İbrahim sözü alıp aslında Türkiye'nin ne yerli ne de yabancı ek üniversitelere gereksinmesi olmadığını, yerine düşünür ve her konuda soru sormaya hazır gençler yetiştirmek için bilhassa özel sektör tarafından ve kâr amaç gözetmeksizin kurulacak eğitim kurumlarına büyük ihtiyaç olduğu üzerine kısaca bir diskur verdi. Dinleyenlerin yüzlerindeki ifadeyi bugün bile hatırlarım; sanki bu kadar radikal görüşlü bir adam nasıl olmuş da ülkede profesör olmuş der gibi!

Dönüşte, ''Deniz'cim, bu tür olayları epeyi yaşadım. Artık danışmanlık anlaşması imzalandığında hesaptan düşülecek peşin talep ettiğim günlük 3 bin dolar ödemeyi kabul etmeyen hiç bir şirket veya kişiyle toplantıya gitmiyorum. Bu tutumumu kendini beğenmişlik olarak tanımlayanlar epeyi oluyor, ama ne sen ne ben ağaçta büyümedik, vaktimiz kısıtlı, yapılacak iş çok, çekemeyecekleri balığa olta atmama gerektiğini öğrenecekler'' demişti. Bir çok konuda bana mentorluk yapan İbrahim Ağabeyi ve bu ülkenin çok değerli 'unspoken hero'sunu zamansız kaybettik, yerini dolduracak avant garde bir düşünürü umarım yetiştirmişizdir.

Deniz Saral <deniz at saral.org>


Tolerans Testi, 2000

Yaşam tarzı ve öncelikleri ile her zaman hayran bırakan bir insandı. Bir seferinde Türkiye'nin tanınmış firmalarından birine toplantıya gitmiştik. Katılımcılar arasında CEO dahil, üst düzey yöneticiler vardı. Toplantının ortalarında bir yerde, plazanın güvenlik müdürü ezile büzüle içeri girdi, adamcağızın sesi titremekten zor duyuluyordu. ''Çok özür dilerim, efendim'' dedi adam. ''Dışarıdaki Porsche'nin anahtarını alabilir miyim? Yolu tıkamış da...'' Adamcağız bilmiyordu ki, Hocamız araba konusunda çok titizdi ve hiç kimsenin arabasını kullanmasına izin vermezdi. İbrahim Bey, hemen dönüyorum diyerek katılımcılardan izin istedi, arabanın yerini değiştirdi ve tekrar toplantıya döndü.

Toplantı sonrası, ''Hocam, umarım toplantıya katılanlara ayıp olmamıştır'' demiş bulundum. Hocam cevabı yapıştırdı: “Seni beş dakika beklemeyecek insanlar, yapılmasını önereceğin işlerin ne kadarını yapar sence?” Fikir ve görüşlerinden keşke daha çok faydalanabilseydik. Ne büyük onur onu tanımak ve onun için buraya bir şeyler yazabilmek…

Cem Çıtlak <dr.cem at vogueestetik.com>


10 Yıl İleride Yaşıyordu, 2000

İbrahim Bey’i, THY'nin özelleştirilmesinin planlandığı 2000 yılında tanıdım. Kuşkusuz kalite gurusu olduğunu biliyordum. Bu yıllar, Türkiye’nin çok önemli bir geçiş dönemini yansıtması açısından da önem taşımaktadır.

O tarihlerde Türk Hava Yolları’nda Eğitim Başkanlığı görevinde idim. THY aslında son yıllarda kârdaydı. 1999'da çok büyük zorluklar yaşamıştık. Swiss Air’in liderliğinde ilerleyen Qualiflyer ortaklığı tartışılıyordu. Terörist başı Abdullah Öcalan'ın yakalanması ve terör kaygısı nedeniyle yolcu sayısında düşüşlerle karşılaşmıştık. Avrupa'nın örtülü bir turizm ambargosu oluşmuştu. Dolayısıyla sadece turisti değil, konferans yatırım vb. nedenlerle gelecek iş adamlarının, öğrencilerin, bilim insanlarının seyahatleri de ertelenmişti, fuarlarda sıkıntılar vardı. Bir yandan da özelleştirme hikâyeleri dolanıyordu.

Tam toparlanacakken Ağustos ayında yaşanan deprem felaketi, yardım taşıyan yüzlerce sefer, 1999'un zararla kapanmasına neden oldu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen 2000 yılından çok umutluyduk. Önlemler alınıyor, neler yapılacağı tartışılıyordu. Gelişim planlarımızı farklı biçimlerde ele almak, stratejileri, hedefleri tüm yöneticilerimizle paylaşmak, büyük resmi görmelerini, bütünsel bakış açısıyla sorunlara yaklaşmalarını amaçlıyorduk. İnsan Kaynakları kavramsal olarak hayatımıza girmiş olmasına karşın uygulamalar çok ağırdı. Önünde durulamaz değişim ve krizlerin ortasındaydık.

Bazı eğitimleri e-öğrenme ortamında yaygınlaştırmayı hedefliyorduk. Genel Müdür Yardımcımız Aliye Alptekin, İbrahim Bey’in e-öğrenme üzerinde çalıştığını söyledi. Bu konu Türkiye için çok yeniydi ama bizim için yeni değildi. Biz uçak bakım teknisyeni gelişim programlarında CBT (Computer Based Training) kullanıyorduk. Rezervasyon sistemlerimiz yazılımla yönetiliyordu. Ama internet çok yavaştı, wi-fi yoktu. Evden ise telefonla bağlanılıyordu. E-postalara yeni alışıyorduk hatta pek çok yöneticimize asistanları destek oluyordu!

İbrahim Bey ile bizim ofiste buluştuk. Porsche’siyle gelmişti… Otoparka girdiği andan itibaren fısıltı gazetesi çalışmaya başlamıştı. Hazreti Google her ne kadar 1996 yılında yeryüzüne inmiş ise de, henüz zengin ve yaygın değildi. Wiki henüz portakalda vitamindi. Ama “fısıltı” her zaman olduğu gibi her daim elimizin altında idi!

Hocamızı kapıda karşıladık ve hemen sohbete başladık. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Sohbet değil müthiş bir öğreti idi. Yöneticiler için MBA programı öneriyordu. Öğrenmede “merak” ve “hikâyenin” önemini vurgulayıp, dersleri nasıl tasarladığını anlattı. Öğrenirken gülümsemenin akılda kalıcılıkla ilişkisini anlattı. Anlatırken karikatür çiziyordu. Tüm konuları “case”lerle kurguluyordu. Gerçekten, dünyadaki rakiplerinden de çok ama çok farklıydı. Müthiş bir vizyon, inanılmaz bir yaratıcılık.

Strateji, Liderlik ve İnsan Kaynakları modülleri hazırdı. Bir modül de yazım aşamasında idi. Benim şahsen, e-öğrenme ile ilgili ciddi endişelerim vardı. “Kim okuyor nereden bileceğim? Okuyor mu nasıl anlayacağım?” konularına takılmıştım.

İbrahim Hoca sabırla dinliyor, her sorumu itiraz edemeyeceğim şekilde yanıtlıyordu. Gerçekten “butik” bir tasarım modeli üretmişti. Bugün aradan 17 yıl geçmesine rağmen bu kadar sağlam çerçeveli bir model hâlâ kuralamadı. Gerçekten de; öğrenmeyi öğretmek sadece emek değil, kesinlikle yaratıcılık istiyor.

İbrahim Hoca, dersleri bize (THY) özel hale getirdi. Zehra Eliçin, her kaprisimizi yerine getiriyor, böylece adeta THY için yazılmış bir gelişim programı tasarlanmış oluyordu.

Projenin başlangıç toplantısını video-konferans ile yapmıştık. Video-konferansa tüm dış büro müdürlerimiz katılmışlardı. Daha sonra öğrendiğimize göre Tokyo Müdürümüzün büroda olduğunu bilmeyen Japon görevli binayı kilitleyip gitmişti…

İbrahim Hoca ile geliştirdiğimiz modeli çalıştaylarla pekiştirdik, her modülden sonra dış büro yöneticilerimizle bir araya geldik. Her çalıştaydan bir kaç somut proje ile çıktık.

İbrahim Bey’in tanıdığım bir başka özelliği de Türkiye’yi çok sevmesiydi. Para ikinci, hatta üçüncü planda geliyordu. O dönemde THY’nin içinde bulunduğu koşulları anlayışla karşıladı. Neredeyse hiç bir bedel almadan -hiç kimse ile paylaşmamamızı isteyerek- bizimle çalıştı.

Benim kendisinden öğrendiklerim hâlâ güncel, hâlâ işime yarıyor. Eminim cennettekilere de öğretiyordur!

Oya Torum <torumoya at hotmail>


“Nova” mı “No va” mı, 2001

Hocam ve meslektaşımdan sonra kendisi 2001-2003’te Kavrakoglu Management Institute (KMI) e-MBA projesinde “işverenim” oldu. Pazarlamanın önemi, marka yaratmak, marka yönetmek gibi başlıklarda e-ders yazarken kendisinden çok destek gördüm.

Derslerin “içindekiler” başlıklarını birlikte saptar, sonra ben başlık detayında yazmaya başlardım. Toplantılarımızı genelde Göztepe’deki ofiste yapardık ama bir gün öyle denk geldi, marka yaratma konusunda ders içeriğini belirlemek için -kendisinin önerdiği- 2. Levent’in tenha sokaklarında bir lokantada sözleştik. Herkes ön masalarda yemeğini yiyip şarabını içerken biz arkada bir masada, önümüzde birer çay, hararetle yanlış seçilen marka isimleri, başarısız konumlandırmalar, öldürülen markalar vb. konuşuyorduk. Bir çok konuda olduğu gibi marka konusunda da çok geniş bilgisi ve tecrübesi vardı. Bana, Chevrolet’nin, diğer dillerde "yıldız, parlak, yeni" gibi anlamları olan “Nova” marka otomobili İspanyolca konuşulan ülkelerde pazarladığında, “No va”nın İspanyolca’da “gitmez” anlamına geldiği için ne kadar zorlandığı, bir güzellik kreminin markasının yerel lisanda “buruşuk” anlamına geldiği için pazarlama şansı bulamadığı gibi bir çok “komik” örnek verdi. Ben de bunları dersteki teknik bilgilerin arasına serpiştirerek memnuniyetle kullandım.

Belgin İlhan Vardar <belginv at gmail>


Seminer Dersinde Provokasyon, 2001

Marmara Üniversitesinde MIS Yüksek lisans programı kapsamındaki seminer dersine sevgili hocamı da konuşmacı olarak davet etmiştik. Dinleyenlerden bir kısmının ayakta kaldığı mükemmel bir sunumun ortasında öğrencilerin biri bağırarak sözünü kesti, tahrik edici bir şekilde sataştı. Nasıl müdahale etsek diye düşünürken İbrahim Hocam, o sakin duruşuyla iki laf etti ve adamı yerin dibine geçirdi. Ardından defalarca af çıktı ama bu öğrenciyi bir daha okulda görmedik.

Akif Eyler <akif.eyler at gmail>


Endüstri Mühendisi Ne İş Yapar, 2002

1979’da BÜ Endüstri Mühendisliğinden mezun oldum. Mühendislikten çok faydalansam da, Endüstri Mühendisi olarak çalışmadım. 1982’de Alman Liseli iki arkadaş, 0001 ruhsatlı yarım günlük Adil Çocukevi’ni açtık ve top havuzu, yürüme kovacıkları gibi bir çok ilke imza attık.

Yıllar sonra Kavrakoğlu ile karşılaştığımızda, “Talebelerim soruyor, Endüstri Mühendisi ne iş yapar diye, ben de çocuk yuvası açar diye seni örnek gösteriyorum.” dedi.

2000 yılında resim yapmaya başladım. 2002 yılında tekrar karşılaştığımızda, bu sefer ben takıldım, “Hocam hala soruyorlarsa Endüstri Mühendisi ne yapar diye, resim yapar dersiniz” dedim, gülüştük.

Huzurda olsun.

Pınar Ervardar <ervardarpinar at gmail>


MKE’de Danışmanlık, 2003

2003 sonunda İbrahim Hoca ile, kurmuş olduğu Kavrakoğlu Danışmanlık’ta çalışmaya başladım. Hem danışmanlık, hem de eğitim konusunda katkı vermekteydim. Yaptığımız danışmanlık işlerinden biri de Makina Kimya Endüstrisi Kurumu'nun yeniden yapılandırılması çalışmasıydı. Bu çalışmayla ilgili olarak ben, Berçin Gün ve İbrahim Hoca sık sık Ankara’ya giderdik.

O dönemler yabancı danışman kullanmak modaydı. Ancak, ulusal güvenlik nedeniyle Türk danışman çalıştırılması istenmişti. Yabancı danışmanlar kamuda yaptığı çalışmalarda genelde zarar eden şirketlerin kapatılmasını, küçültülmesini veya özelleştirilmesini öneriyorlardı. Bizim işverenimiz Savunma Sanayi Müsteşarlığı idi ve ne gerekiyorsa yapılmasını istemişlerdi.

MKE’de çalışmalarımıza başladığımızda herkes bize kurumun idam fermanını verecek hakimler gibi bakıyorlardı. Bize sürekli olarak kurumun milli güvenlik için önemini anlatıyorlar, feda edilmemesi gerektiğini vurguluyorlardı. Bu bağlamda Elmadağ’da nitrogliserin üreten tesise yaptığım ziyareti hiç unutamam. Kaza halinde oluşacak şiddetli patlamada ortaya çıkacak zararı enaza indirgemek için tesis toprak sığınakların arasına yerleştirilmişti. En kritik kısımda ise sadece iki kişi çalışıyordu. Bu iki kişi beni gezdirirken bu kuruma kıymayınız, stratejik önemi çok büyüktür derken göz yaşlarını tutamamışlardı. Ben de “merak etmeyin” anlamına gelecek ifadeler kullanmıştım.

Yaptığımız çalışmaları ben ve Berçin doğal olarak Hoca’ya düzenli bir şekilde aktarıyorduk. Nihayet çalışmalarımızı sunacağımız kapanış toplantısı günü geldi. Ankara’da, MKE Genel Müdürü emekli generalin başkanlığında toplandık. Toplantıda MKE’nin tüm üst kademesi de vardı. Herkesin gerginliği seziliyordu. İbrahim Hoca yumuşak bir sesle toplantıya başladı. Gözlemleri aktardıktan sonra, “Bu kurumun ülke için çok önemli olduğunu gözlemledik, büyük kalibreli top dökümü gibi dünyanın pek az ülkesinin sahip olduğu teknolojilere ve eğitilmiş personele sahip, ancak çok fazla konuda aktif olduğundan ve randıman, karlılık gibi konulara eğilmediğinden mali açıdan sıkıntıda.” dedi. Önerisi, “belli konularda uzmanlaşması, tek tedarikçi olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini düşünmemesi, teknoloji ve Ar-Ge/Ür-Ge’ye önem vererek tüm dünyada müşteri kovalaması” oldu. “Küçülmek yerine büyümek hedef olmalıdır.” diye konuşmasını bitirdi. Ben o sırada toplantıya MKE’den katılan yöneticileri izliyordum. Endişeli bakışlarının değişimi ve gözlerinin ışıldaması, koltuklarında daha dik oturmaya başlamaları gerçekten çok etkileyiciydi. İbrahim Hoca her zamanki gibi herkesi şaşırtmıştı.

Alper Eliçin <alperelicin at gmail>


Değerli İnsan İbrahim Kavrakoğlu, 2004

İbrahim Hocam, keşke üniversite yıllarımda hocam olsaydı veya bir projede birlikte çalışabilseydik dediğim hocalardandır. Kendisini geç tanıdım, üniversite yıllarımda kendisini tanıma ve birlikte çalışma fırsatı bulamadım. Yıllar sonra da olsa, Türkiye Bilişim Derneği (TBD), İstanbul Şubesinin Başkanlığını yaptığım dönemin sonlarında, 2004 yılında İbrahim Hocamızla yollarımız kesişti. Bilişim Derneği olarak eğitimde bilişim teknolojilerinin kullanılmasını ve bu farkındalığı özel okullarda yaratmak üzere Özel Okullar Derneği ile “Eğitim Teknolojilerinde Yenilikler: e-öğrenme” konulu bir sempozyum düzenleyecektik (27 Mart 2004). Konunun önemini biliyorduk ama bu konuya derinlik kazandıracak konuşmacılar gerekiyordu. İbrahim Hocamızın kurduğu Kavrakoğlu Yönetim Enstitüsü çatısı altında e-öğrenme alanında yazılım ve danışmanlık hizmetleri veriliyordu. İbrahim Hocamız tam da bizim aradığımız bir konuşmacıydı, CV’sini okuduğumda hayranlık uyandırmıştı. Bu etkinliğimize gelmemesinden korkarak konuk konuşmacı olarak davet ettik, nezaket gösterdi, davetimizi kabul etti. Yaptığı konuşması ve vizyonu ile özel okul yöneticilerinde ve öğretmenlerde farkındalık yaratmıştı yani eğitime dokunmuştu, etkinliğimiz de amacına ulaşmıştı (Mekanı cennet olsun!).


Tabii ki biz hocamızı tanımıştık, bırakır mıyız! KOBİ’lerde bilişim bilincini geliştirmek üzere KOBİLİŞİM adlı 14 haftalık bir televizyon programını yapmayı TBD olarak üstlenmiştik. Bilişim sektörünün yöneticilerini bu programa davet ediyor ve KOBİ’lere bilişim teknolojilerinin sağlayabileceği olanakları tartışıyorduk. Bu programlardan birini KOBİ’lerde e-öğrenme üzerine yapmak istediğimizde İbrahim Hocamız yine bize destek verdi ve bu keyifli söyleşiyi kendisi ile yapabilme şansına sahip oldum. Bu söyleşi benim için çok önemli bir anı olarak arşivlerde kaldı, ancak bugün bile önemini koruduğunu ve elektronik öğrenme alanına değer kattığını düşünüyorum. İbrahim Hocamızdan çok yararlandık, çok insanın da faydalanmasını sağladık. Yine 2004 yılında, İstanbul Üniversitesinde düzenlediğimiz “I. Uluslararası Gelecek İçin Öğrenme Alanında Yenilikler Konferansı 2004: e-öğrenme” konferansımızın davetli konuğuydu. [2008'de devam edecek]

M. Erdal Balaban <mebalaban at gmail>


Kavrakoglu Management Institute, 2004

[Sevgili patronum ve hocam hakkında yazmaya başlamadan önce hemen belirteyim: Hocamın her zaman kullanmamı istediği gibi “verdana” fontunu kullanıyorum]

Hocam bana ortak bir dostumuzun da bulunduğu bir ortamda iş teklif ettiğinde, “Siz tam olarak ne iş yapıyorsunuz?” sorusunu sormuştum. Tek kelimeyle “Eğitim” demişti. İkinci cümlem “Ama ben eğitimci değilim, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okudum, eski bir kamu görevlisiyim.” olmuştu. Hocam, bunu bildiğini belirterek, “İşte tam bu nedenle, birlikte çalışmayı teklif ediyorum.” dedi. Evet, ben İbrahim Kavrakoğlu’nun tam olarak kim olduğunu ve ne iş yaptığını bilmeden, teklifini kabul ettim.

Sizlere onun vizyoner kişiliğinden bahsetmeyeceğim. Muhtemelen hepiniz onu benden çok önce tanıdınız, çok daha iyi tanıyorsunuz. Bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlar hakkındaki görüşlerini 2000 yılında basılan “Değişim ve Yaratıcılık” isimli kitabın 107. sayfasında bulabilirsiniz.




Aydın Sezer <asezer at live.com>


Legacy Ne olacak? 2004

İbrahim Bey'i üç ofisinde çalışırken izledim. Son görüşmemiz, KMI ofisinde oldu. Eğitimin önemine inanmıştı ve bunun her seviyede yaygınlaştırılması için gayret gösteriyordu. Edugate yazılımını bilirsiniz, web sayfasında halen duruyor. Bunun yaygın olarak kullanılmaması hepimiz için bir kayıp.

Anıları yazmak çok güzel ama legacy, süreklilik kavramı daha önemli, hocamızın başladıklarının devam ettirilmesi ne güzel olurdu. Mesela Santa Fe Institute modeli var, araştırmacı beş yıllık kontratla geliyor, katkısını yapıp gidiyor. Sürekli bir kadro söz konusu değil.

Erol Inelmen <inelmen at boun.edu.tr>


Vakıf Vizyonu, 2005

İbrahim Kavrakoğlu, benim şu anda Onursal Başkanı olduğum Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı'nın Mütevelli Heyeti üyesiydi, eşi Füsun Kavrakoğlu ile birlikte. Müthiş bir vizyona, yoğun çözümleyici düşüncelere sahipti. Eşiyle birlikte zaman zaman yaptığımız her sohbetten zenginleşerek ayrılırdım. Mükemmel bir gezgin olan Füsun Hanım'la gezdiğimiz yerler hakkında konuşurken o akıl almaz yeni bilgilerle bize katkıda bulunurdu. Ama bir keresinde Vakıf'ta gündemli bir toplantı yaptık, Vakfın çalışmaları üzerine. İnanılmaz bir konu hakimiyetiyle bize şaşırtıcı bir gelecek programı çizmişti. Kuruluşlar hakkında çok bilgiliydi, onu biliyorduk, ama özelde vakıflar hakkında da şaşırtıcı bir bilgiye sahipti. Fiziksel ve mali nedenlerle onun dediklerini hayata geçiremedik. Ama cümleleri hala aklımda. İbrahim Hoca'nın bir de böyle vakıfçılık yanı vardı. Eğitim dünyamız ve sanayi alemi için büyük bir kayıp. Işıklar içinde yatsın.

Faruk Pekin <farukp at festtravel.com>


Son Keyifli Yemek, 2006 Yılbaşı

Yine her zaman olduğu gibi İbrahim ve Füsun ile yılbaşını beraber geçirecektik. Önce bizde bir aperatif alıp, oradan yemeğe gidecektik. O akşam rahmetli İbrahim başında yün bir bere ile geldi ve birkaç zamandır başının ağrıdığından bahsetti ama yine de keyifli görünüyordu. Kim bilebilirdi ki o yılbaşı yemeğimizin son yediğimiz keyifli bir yemek olacağını. Dün gibi gözümüzün önünde sevgili İbo. Nurlar içinde yat sevgili dostumuz.

Cankat Zagra <czagra at gmail>


İnternetten Ulaşımlı MBA Programı, 2006

Türkiye’ye döndük ve yoğun çalışma hayatı içinde ABD'de “yöneticilerin daha iyi neticeler getirebilmesi için ne yapılabilir” diye düşünüp taşınırken bir cevap buldum: Yöneticilerimiz en iyi mühendislik eğitimine sahip. Ancak, bilanço, kar-zarar, tahsilatta gecikmenin neticeye etkisi gibi konuları veya basit HR çözümlerini bilmiyorlar ve bunları ancak hissederek veya el yordamıyla bulurlarsa buluyorlar. Oysa ki, tüm bu konular işletme okullarında okutuluyor. Çözüm olarak şirket içinde insan kaynakçı olmayanlar için İK eğitimi, finansçı olmayanlar için finans, muhasebeci olmayanlar için muhasebe eğitimi gibi bir dizi eğitim hazırladık. Tabii, üst düzey yöneticileri günün yoğunluğu, yorgunluğu ve hızı içinde bu eğitimlere çekmek oldukça zor idi. Ama belli bir düzey eğitim serisini tepeden aşağı tamamlamayı başardık.

Bir süre sonra İsviçre’ye Genel Merkez'e bir toplantı için davetli idim. Benimle ayrıca tam bir gün üst düzey bir toplantı daha yapacaklarını söylediler. “Konu?” dedim. “Türkiye’deki başarılı neticeler” dediler. “Amanın, başarılı isek, tam bir gün ne konuşacağız? Hem de böyle üst düzey katılımcı profili ile.” dedim içimden. Sonra da “Başarılı olunca da sıygaya çekileceğiz galiba! Bu nedir acaba?” dedim.

Toplantı başladı. Ekranda muhasebe sisteminden çekilmiş Türkiye grafiği var. Son 3 yıl boyunca devamlı kilit indikatörler artıyor. Hemen hemen her iş kolunda ve toplamda ciddi rakamlarla. “Bunu nasıl başardın?” dediler. “Çok naziksiniz.” dedim. “İş kolu başkanları başardı, ben değil.” dedim. “Hayır, baktık ve araştırdık. Bu raporlama sisteminin içinde bir sistematik tarama var, oradan bulduk ve sen Türkiye’de sistematik bir şey yaptın, her iş kolu hep artmaz, artamaz. Ekonomi de o kadar iyi değil zaten. Sen bir şeyler yaptın.” dediler. “Ne yaptın?” dediler.

Hiç hatırlayamadım ne yaptığımı! Veya ne yaptığımızı... Onca en yetkili göz bana bakarken. Tam o an ekrandaki tahsilatlardaki değişim gözüme ilişti. Bunu ülkedeki toplantıda da konuşmuştuk. Adım adım düzelmişti. Bu eğitim programlarının içinde hem satışa hem kontrol gruplarına tahsilat konusunda ve netice ile ilgisi konusunda ciddi bir eğitim verdirmiştik. Zarla zorla eğitime giden arkadaşlar, çıkarken “Nihayet anladık bilançonun kar-zarara etkisini.” demişlerdi eğitimin kapanış konuşmasını yapmaya gittiğimde.

“Bir seri eğitim verdik.” dedim. “Tamam işte! Bunu arıyoruz!” dediler. “Nedir bu eğitim?” dediler. “Bir mini MBA.” dedim. “Tamam! Tüm ülkelerde tüm şirket bazında bunu yapacağız.” dediler. Ve ertesi yıl bu eğitimi gerçekte dünya bazında başlattılar.

Bu arada rahatlamış ve en azından öğle yemeğini hak etmiş ve öğleden sonrası serbest kalmış biri olarak ve güvenle, “Bari bunu internet üzerinden yapın.” dedim. “Yok! İşi komplike hale getirme. Aynen senin başlattığın gibi yapacağız.” dediler. “Ama biz çok uğraştık, çok ikna zamanı ve eğitim zamanı ve planlaması yaptık insanlara ulaşabilmek için. Oysa ki, bilgisayarlarını açsınlar ve bu bilgiye ulaşsınlar.” dedim. “Hayır! Tüm bunlar bize zaman kaybettirir.” dediler. “Peki!” dedim. Böyle bir programın hazırlanması gerçekten zahmetli idi. “Böyle bir program yazılması oldukça ciddi bir zaman ve dünyada bir örneği yok.” dediler. Diğer yandan da “Yine de bir araştıralım.” dediler.

Sevinçle ve taltiflerle Türkiye’ye döndüm. Bir gün sevgili İbrahim ziyaretime geldi. “İnternetten ulaşımlı bir MBA Programı tasarladım.” dedi. “Nasıl?” dedim. Aynen hayal ettiğimi ve hatta biraz daha gelişmişini yapmış. Evren böyle bir şey herhalde dedim kendi kendime.

“Size satalım.” dedi. Oldukça pahalı idi. “Bizim almamız mümkün değil. Zira, artık tüm eğitimler merkezileşti. Bizim eğitim bütçemiz de çok düştü. Ben bir düşüneyim, bunu ne yapalım?” dedim. Aklımda genel merkeze bunu sunmak vardı. Ama ona söylemedim. Boşuna ümit vermek yakışık almazdı. Bu tam genel merkezde konuştuğumuz idi ve onlar için bu ciddi bir bütçe değildi. Bir takım ülkelerde ciddi zorluklar çekiyorlardı. Bu program genel merkez için biçilmiş kaftandı.

Birkaç seyahat başka konularla geçti. Bir türlü bu konuya gelemedik. Tam Zürih’e bu konuyu konuşabileceğim bir toplantıya gitmeye hazırlanırken İbrahim’in hastalığını duydum. Hem sarsıldım, hem de ne yapacağımı şaşırdım. Demek evren böyle bir şeydi. Ben iyi haber verebilecek iken, kötü haber önceliğe geçmişti.

Zürih’e gittiğimde pek çok ülkeden seçilmiş bu eğitime benzer programların araştırma ve değerlendirme toplantısına katıldım. Ağzımı açamadım. Değerlendirme toplantısında LA bazlı bir liderlik eğitimi öne çıktı. Ve bu program neredeyse oy birliği ile seçildi. Hemen arkasından bu liderlik eğitimin ilk eğitmenlerinden biri olmam teklif edildi. Ve sonuçta tüm ülkelerde başka bir özgün ve efektif liderlik eğitimi ile yola çıkıldı.

Hastalanmasa belki de Türkiye’den bir eğitim programını ihraç edebilecektik. Huzur ve ışık içinde uyusun. Bir daha dünyaya gelmesi zor insanlardan biri idi.

Gülden Türktan <gturktan at gmail>


"Ağabeyim...", 2007

İbrahim'in hastalığının ilk dönemleri idi. e-MBA programı daha önceden sanıyorum en önde gelen akreditasyon kurumu tarafından akredite edilmişti ki bu çok önemli bir başarıdır kanısındayım. Mevcut akreditasyon sertifikasının yenilenmesi aşamasına gelinmişti. Benim program ile bir ilgim olmamakla birlikte sürecin başında gözükmemi isteyince kabul ettim tabii. Esasında süreci işin içinde başından beri olan Alper Eliçin başarı ile yönetti. İbrahim de 15-20 dakika kadar katılmıştı bir toplantıya. Sonunda "flying colors" dedikleri şekilde akreditasyon sertifikasının geçerliliğinin uzatılmasına karar verdiler. Bir aile şirketinin bu kalite ve kapsamda bir e-MBA ve diğer eğitim programları oluşturabilmesine çok hayret etmiş ve takdir etmişlerdi. Sürecin tamamlanması ile değerlendiriciler ve bizler kutlama için Moda Deniz Kulübünde bir akşam yemeğine gittik. Ben İbrahim'in yanında oturuyordum. "Biliyor musunuz ben neden Gündüz'ün yanında oturuyorum? Daha genç görünmek için." demişti. Takılırdı beyaz saçlarıma. Bir keresinde de beni bir iş arkadaşına "ağabeyim" diye takdim etmişti! Geçmiş zaman olur ki dedikleri bu olsa gerek...

Gündüz Ulusoy <gunduz at sabanciuniv.edu>


Hastalık Haberi, 2007

Bir dönüşümde İbrahim’le Robert Kolej’de buluştuk. Bir okul lojmanında oturuyordu. Profesördü. O gün beni arabasıyla yeni köprüden geçirmişti. Benim ilk defam.

2007’de ben tekrar Türkiye’ye dönmüştüm; Talas’tan mezuniyetimizin 50'nci yıl dönümüydü. O zaman İbo’cuğumun başına ne geldiğini öğrendim. Hemen ziyaret ettim ve birkaç saat sohbet ettik. Son görüşmemiz 2010'da lise mezuniyetimizin 50'nci yıl dönümünde Bizim Tepe’de akşam yemeğinde oldu. Kızı Feride yanındaydı. Bundan sonra arada sırada İbo’ya telefon ederdim, sesini duyayım, o da benim sesimi duysun diye.

İbo’cuğumu kaybettik. Nur içinde yatsın. İnşallah öbür tarafta buluşuruz.

Erol Kirayoğlu <South Carolina>


Sistem Mühendisliği Kongresi, Şubat 2008

Kongrenin organizasyon komitesine hocamızın hastalığını duyurup özel bir oturum düzenlemelerini teklif etmiştim. Özel oturum, mesleğin "duayen"lerinin davet edildiği bir panel olarak gerçekleşti ve büyük ilgi uyandırdı. Paneli kendi bölümümde şöyle ilan etmiştim:

From: Akif Eyler
Date: 2008-02-01 17:36
Subject: Sistem Mühendisliği Kongresi
2. Ulusal Sistem Mühendisliği Kongresi' nin amacı son yıllarda gelişmekte olan "Sistem ve İnovasyon" alanındaki akademik ve endüstriyel araştırmaların sunulması için bir ortam yaratarak bu alandaki güncel değişimlerin yer aldığı bir tartışma platformu sunmaktır.

Açılış paneli: Çarşamba 14'de Yıldız Teknik Üniversitesinde
* İlhami KARAYALÇIN: İTÜ ve BÜ hocalarından, alanında ilk
* İbrahim KAVRAKOĞLU, BÜ'den hocam
* Ataç SOYSAL, İTÜ dekanlarından, Doğuş'da rektör yardımcısı
Akif Eyler <akif.eyler at gmail>


Sistem Mühendisliği Kongresi, Şubat 2008

Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu ülkemizde Endüstri Mühendisliği ve Yöneylem Araştırması konularının tanınması, yayılması ve sanayide uygulanmasında emeği geçen önemli isimlerden biridir. Bu alandaki eğitim öğretimin Boğaziçi Üniversitesinde başlatılmasında öncü olmuştur. 1960’lı yılların başlarında İTÜ’de filizlenen bu konuların gelişmesinde, Boğaziçi Üniversitesinde yetişen ve yurt dışında doktora yapıp gelen değerli genç hocaların büyük katkıları olmuştur. Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu da onlardan biriydi.

Kalite, maliyet, verimlilik, optimizasyon, karar verme konularının bugün sanayide çalışan binlerce endüstri mühendisinin vazgeçemedikleri uygulamalar olması Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu’nun da aralarında bulunduğu hocaların gayretleri sonucudur.

Bu sayede Türkiye, dünyanın 150 ülkesine sanayi mamulleri ihraç edebilen bir ülke haline gelmiş ve dünya pazarlarında yerini almıştır.

1970’li yılların ortalarından itibaren Endüstri Mühendisliği ve Yöneylem Araştırması konularında yapılan kongre, panel vb. toplantıların çoğunda birlikte olduğumuzu hatırlıyorum. Bu gibi toplantıların düzenlenmesinde ve yürütülmesinde beraberce çok emek vermiştik. Kendisiyle son görüşmemiz Yıldız Teknik Üniversitesinde Milli Prodüktivite Merkezinin katkı verdiği Verimlilik Kongresinin Panelinde olmuştu. Panelde her ikimiz de konuşmacıydık. Rahatsızlığı sonrasında gerçekleşen bu etkinliğe katılmış ve etkileyici bir konuşma yapmıştı.

Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu’nun, Endüstri Mühendisliğine gönül veren, bu alanda hoca, yönetici, uygulamacı ve danışman olarak hizmet veren değerli bir bilim insanı olarak hatırlanacağından eminim.

Ataç Soysal <asoysal at dogus.edu.tr>


Tekerlekli Sandalye ile Konferans, 2008

e-öğrenme temalı konferansımızı 27-29 Mart 2008 tarihinde yapacağımızı İbrahim Hocamız ile paylaşmış ve bilgi vermiştik. Ancak bizi şaşırtmış katılabileceğini söylemişti, zira beyin kanaması sonucunda felç geçirmiş ve tedavi gördüğünü duymuştuk. Biliyor musunuz bu konferansımızda bizleri yalnız bırakmadı! Tekerlekli sandalyesi ile konuşmasını yapmak üzere konferansımıza getirildi, hayattan ve katkı vermekten kopmadığını bize gösterdi, bu da bir ders gibiydi. Uluslararası bir konferans olması nedeniyle “Konuşmamı Türkçe mi, İngilizce mi yapmamı istersiniz?” diye sormuştu, kendisine bırakmıştım nasıl rahat ederseniz öyle konuşun demiştim. İngilizce konuşmasını yaptı, sorularımızı cevaplandırdı, sonrasında da kendisini çıkışa kadar uğurlamıştık. Bu son konferans beraberliğimizde hem üzülmüş hem de sağlığına kavuşabileceği konusunda ümitlenmiştik. Kendisi dersini aldığım hocam olmadı ama kendisinden çok şey öğrendim, çok şey öğrendik. Etrafına ışık saçtı, nur içinde yatsın.

En son 2015 yılında ziyaretine gittiğimde TV KOBİLİŞİM programındaki video arşivini İbrahim Hocamız ve Füsun Hanım ile birlikte izledik, Hocamızın bu söyleşimizi ne kadar hatırlayabildiğini bilemiyorum! Ancak Füsun Hanımın İbrahim Hocamıza, başucunda gözünün içi gibi baktığını biliyorum. Hayata gelmenin en önemli amacı değer yaratabilmek ise iş hayatına ve bilime değer katan İbrahim Hocamızı geç de olsa tanımıştım. Kendisini sevgi, saygı ve özlemle anıyorum.

Erdal Balaban <mebalaban at gmail>


Son Yönetim Kitabı, 2008

Kalite Derneği olarak İbrahim Hocamızdan Haziran 2008’de bir mesaj almıştık: Son yazdığı yönetim kitabının KalDer yayını olarak basılmasını öneriyordu. Yakın zamanda çok kritik bir rahatsızlık geçirmiş ve ciddi sorun yaşayan bir kişinin, bu koşullar altında da iş dünyası ve toplum için değer yaratmaya devam etme arzusu beni çok etkilemişti.

Yaptığı öneri KalDer için güzel bir fırsat olabilirdi. Dernek olarak kalite bilincinin yayılması için, yayın konusuna çok önem veriyorduk. Geçmiş yıllarda kalite kongrelerinde katılımcılarla bir çok yayını paylaşmıştık. Özellikle 1990’lı yıllarda kalite alanında Türkçe kitap olmadığı için, kaliteye ilgi duyanların ilk başvurdukları kitaplar da doğal olarak KalDer yayınlarıydı. Bu arada derneğin ilk yayınladığı kitapların önemli bir bölümü İbrahim Kavrakoğlu imzasını taşıyordu.

Kalite Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığına Nisan 2008’de seçilmiştim. Yaptığımız iş bölümünde Yayın Kurulumuzun Başkanlık görevini de üstlenmiştim. Yapılan öneriyi hızla değerlendirip ilk Yönetim Kurulu toplantımızda gündeme almalıydık. Kitabın taslak metnini o hafta sonu ara vermeden kesintisiz okudum. Kitap, “Bilgi Kaldıraçlama, 3-G Bilgi Sistemi, Şirket Zekası, Yüzey Bölü Hacim Oranı” gibi İbrahim Hocaya özgü bir çok yönetim kavramını içermekteydi. Giriş bölümünde belirtildiği gibi Kavrakoğlu Yönetimi Enstitüsü (KMI) bünyesinde yüzden fazla şirkete verilen danışmanlık hizmetleri kapsamında kullandığı ve olgunlaştırdığı yöntemleri akıcı bir dille sohbet tadında aktarmaktaydı.

İlk KalDer Yönetim Kurulu toplantımızda, Kasım ayında gerçekleştireceğimiz kongremizde katılımcılara dağıtılmak üzere, kitabın baskısına karar verdik. 37 no’lu KalDer yayını olacak Yönetim Kazandıran Yöntemler başlıklı kitaba, KalDer adına sunuş yazısı hazırlama görevi de bana verildi. Hazırladığım dört sayfalık sunuşun başlangıç cümlesinde değerli Hocamın kitaba yansıyan engin deneyim ve birikimini vurgulamaya çalıştım. “Akademik ve iş yaşamını doyasıya özümsemiş bir kişinin deneyim ibriğinde damıtılmış görüş ve düşüncelerini, farklı bakış açılarını sohbet tadında sunan bir yönetim kitabı” derken, 36 yıldır tanıdığım İbrahim Hocamla ilgili görüşlerimi de özetlemiştim.

Ali Rıza Kaylan <kaylan at boun.edu.tr>


Çaycı Askısı Teorisi, 20/2/2009

Değerli arkadaşım İbrahim Kavrakoğlu küreselleşmenin büyük finansal ve iktisadi çalkantılara sebep olduğunu ve ileride de olacağını "çaycı askısı" teorisiyle anlatırdı. İbrahim, mühendislik profesörü olduğu için, iktisadi hayatla ilgili gözlemlerini fizik modellerle açıklamakta ustaydı. Ben de iktisat dáhil, bütün bilimlerin temelinin fizik olduğuna çoktan iman etmiştim. İbrahim Hocanın, çaycı askısı teorini daha önce bu köşede anlattım. Şimdi sırası geldiği için tekrarlayacağım. Herkesin bildiği gibi kahvehane garsonlarına çaycı denir. Çaycılar, yaklaşık 40 cm boyunda üç metal çubukla tepedeki taşıma halkasına bağlanmış bir tepsi kullanır. Buna çaycı askısı denir. Çaycılar, bu tepsinin üzerine içi çayla dolu 20-30 bardağı dizer. Sonra askısını sağa sola sallayarak masaların arasından koşar adımla kıvrılarak geçerek çayları dağıtır. Bu esnada tepsinin yere paralelliği kaybolur. Ama çaylar bardaklardan dökülmez. Bardaklardaki çaylar, kenarı çepeçevre yükseltilmiş bir tepsinin içine boca edilse, çaycı da bu askılı tepsiyi sağa sola sallayarak yürüse, tepsideki çaylar daha ilk manevrada müşterilerin üzerine dökülür. Sebebi açıktır. Aynı açısal eğimde küçük çaplı bardaklardaki çayın bardak kenarına olan mesafesi az değişirken, büyük çaplı tepside bu yükselme ve alçalmalar misliyle artar. Üstelik suyun akışkanlığının verdiği dinamik etki, büyük çaplı tepside kenardaki çayı hızla dışa doğru iter. Bu sebeple tankerler de bölmeli inşa edilir.

Ege Cansen, hurriyet.com.tr/cayci-askisi-teorisi-11052855


Kitabımız, 24/11/2009

Endüstri Mühendisliğinin Türkçe okutulduğu üniversitelerde öğrencilerin faydalanacakları bir kaynak bulunmadığından bu konuda bir eser yazmak istedim. Beni yetiştiren hocalarım ile benim akademik hayata atanmasına vesile olduğum öğrencilerimin katkısını alarak bir kitap yazmak üzere bir proje başlattım. Tüm hocalarımın desteği ile kitabı hazırlayıp eğitim hizmetine sunduk. Şu anda kitap 4. baskısını yapmıştır. Birçok üniversitede ders kitabı olarak okutulmaktadır. Bu kitabı, Türkiye'de bir çok akademisyenin de yetişmesinde emeği olduğunu düşündüğümden İbrahim Kavrakoğlu Hocamıza ithaf ettim. Kitap basıldıktan bir müddet sonra Akif Eyler ve Ali Rıza Kaylan Hocalarım ile kitabı kendisine hediye etmek üzere evinde ziyaret gittik. Kendisi o gün çok mutlu olduğunu söyledi. "Bana bugün çok güzel bir hediye getirdiniz." diyerek mutluluğunu bizimle paylaştı. Böyle bir mutluluğu görünce projemin gerçekten başarılı olduğunu gönülden hissetmiştim.

Ercan Öztemel <ercanoztemel at gmail>


Subject: Endüstri Mühendisliğine Giriş
Date: 2009-11-24
From: Akif Eyler
Bugün değerli hocamız Kavrakoğlu'nu ziyaret ederek kitabımızı kendisine takdim ettik. Çok duygulandı, selam söyledi. Öğretmenler gününde güzel bir hediye oldu.
Akif Eyler <akif.eyler at gmail>